- İşte ne bileyim, ben karayı, kara İnsanlarını iyi tanımam kara işlerinden anlamam, hiçbir zaman bir erkek ya da kız kardeşim veya sevgilim filan da olmadı. Asla olmadı bunlar, böyle bir şeyi hiç tatmadım, fakat yine de eksikliğini hissettim hep; bunların özlemini buramda duydum.
- Fakat hepsinden çok da beni düşündüren, resimdeki o hani dosdoğru yüzüme bakan kız var ya, işte oydu. Sürekli onu düşünmeye başlamıştım; düşüne düşüne de o kız benim için gerçek oldu. Yani, ben düş kuruyordum, ama düş kurduğumu da bilmiyordum. Erkekleri, işi, zorlu hayatı düşündüğüm zaman düş kurduğumun ayrımında oluyordum, ama o kızı düşündüğüm zaman bunu fark etmiyordum. Bilmiyorum; yeterince açıklayamıyorum.
- ?İşte okuyup yazmayı bu nedenle öğrendim. O yüzden kaçtım. Nicky Perrata adında bir Rum çocuğu bana okuma yazma öğretti de ancak ondan sonra körfezde korsanlık etmenin fena bir iş olduğunu anlayabildim. Ben kendimi bildim bileli korsanlık yaparım, tanıdığım bütün insanların geçimleri böyle. Fakat bunun kötü bir iş olduğunu anladığım gün, bu işi tamamen bırakmak kararıyla kaçtım. Bir gün sana bunun nasıl olduğunu, sonra yine nasıl olup da bu işe bulaşltığımı anlatırım.
- Gerçek bir iş hayvanı olmuştu. 'Yemek yerken uyukluyor. uykusu da çok derin ve hayvanca oluyor; bu uyku ancak bacaklarındaki kasılmalar onu uyanık tuttuğu ve sızılarından dolayı yüksek sesle bağırmak zorunda kaldığı anlarda kesilebiliyordu. Olanca gövdesi yara bere içindeydi ve sızım sızım sızlıyordu. Cildinde kabarcıklar peyda olmuş; bir türlü de kaybolmak bilmiyorlardı. Tüm bunlara belki dayanabilirdi. yeter ki şu ayaklarındaki korkunç bereler olmasaydı! Bu bereler, gelgit sularının etkisiyle bıçak gibi sivrilmiş Dyea kayalıklarından geçerken oluşmuştu. Sivri kayalarla dolu yol gerci yalnızca iki mildi. ama düz yolda 38 mile denkti. Kid, artık yüzünü günde yalnız bir kez yıkıyordu. Tırnakları par?alanmış. kırılmış, kopmuş her parmağında şeytantırnakları çıkmıştı. Taşıma kayışlarının sürtünmesinden omuzları ve göğsünün derisi aşınmıştı; bu hali onun. ömründe ilk kez kentlerin sokaklarında umursamazlıkla seyrettiği atları saygı ve anlayışla düşünmesine neden oldu.
- İlk günlerde Kid?i tam anlamıyla perişan eden bir sınav da yemek olmuştu. Buralarda giriştiği, hiç alışmadığı nitelikteki bu aşırı çalışma, doğal olarak kaynatılacak tencerenin de olağanüstü nitelikte olmasını gerektirirdi. Gelgelelim midesi, bol miktarda domuzyağıyla sindirimi çok güç kaba barbunya fasulyeye alışkın değildi. Eh her öğün bunları yiyince de, karın ağrılarından, sinirden ve zaman zaman açlıktan nerdeyse ölecek hale gelmişti. Bu perişanlık, kıtlıktan çıkmış bir hayvan gibi yemeklere saldırdığı, hatta aç kurt gibi durmadan daha fazla yiyecek istediği o mutlu gün gelinceye kadar sürüp gitti...
- ''Biliyor musunuz şimdi ne yapmam gerek benim?'' dedi. ''Evlenmeli, bir sürü çocuk yetiştirmek. akşamları çoluk çocuğu başıma toplayıp onlara Chilcoot yollarında çektiğim acıları ve yoksullukları anlatmalıyım. Bunları anlattıktan sonra çocuklarım eğer ağlaşmazlarsa tekrar ediyorum eğer ağlaşmazlarsa. onları bir güzel pataklamalıyım.''
- Bu ıssız yaşayışı seviyordu; Kuzey Kutup bölgesinin soğuk kışını, suskun yaban doğayı, hiçbir insan ayağı değmemiş, bu uçsuz bucaksız karlık alanları seviyordu. Çevresinde hiçbir haritada yer almayan. hiçbir adı olmayan, üzerleri buzla kaplı doruklar yükselmekteydi. Çevrede hiçbir yerde, vadilerin durgun havasında, bir avcının kamp ateşinin dumanı, berrak gökyüzüne doğru yükselmiyordu. Yalnızca tek başına, bu geniş, bu insanı henüz tanımamış ıssızlığın üzerine çöktüğü sonsuz sessizliğin ortamı da hareket etmekteydi. Burada her şeyden hoşlanıyordu. Günlük çalışmaları seviyordu kurt köpeklerinin havlamasını, uzun alaca karanlıklarda kamp kurmasını, gökte titreşen yıldızları ve Kuzey Işığı'nın çakıp sönen alevli parlaklığını seviyordu.
- Henüz kentte yaşadığı, sırada soğuk kuzeyin bu güzel, bu beyaz ülkesi yine yerindeydi. Ama ne tuhaf onun bundan haberi bile yoktu. Kendisine en muammalı görünen şeyse bu yaşama böylesine olağanüstü derecede yatkın olmasına karşın, bir ülkeyi aramak üzere çekip gitmek için, içinde en küçük bir dürtü duymamış olmasıydı. Zamanı gelince bu bilmeceyi de çözmesi gerekiyordu.. .
- Özellikle de gün sona ererken kendi kampını sevmekteydl. Çünkü kampı ona içinde hep tablosunu yapmak özlemini çektiren, ömründe bir daha asla unutamayacağı bir görüntü sunuyordu. Kar çiğnenerek bir yer hazırlanmış, buraya taze koparılmış çam dalları konmuş üstüne de tavşan postları yayılmıştı. Burada uyundu, ateş burada yanardı. Hepsinin üzerine katranlı yelken bezinden bir rüzgar siperi konmuştu, bu bez öyle gerilmişti ki; ateşin sıcaklığını tutar ve geri yansıtırdı. İsten kararmış bir kahve ibriği uzun bir sırığa tutturulmuş yemek tenceresi, ateşin sıcaklığında kurusun diye küçük sopalara asılmış mokasenler, diklemesine kara sokulmuş kar ayakkabıları vardı. Kurt köpekleri çepeçevre ateşin etrafında yatarlardı; sıcaklığı olabildiğince duyabilmek lçin özlemle ve istekle ateşe sokulurlardı; uzun tüylü kürkleri kırağıyla kaplanır, soğuktan korunmak için de iri kuyruklarını ayaklarının çevresinde halka yaparlardı. Tüm bunların çevresini, yalnız bir parçacık ışık halkasının dışına itilmiş olan karanlığın duvarı kuşatırdı.
- Şimdi yalnız olduğu ve konuşabileceği kimse bulunmadığı için, birçok konu üzerinde düşünüyor; düşünmesi de derinlemesine ve basit oluyordu. Kentte geçirdiği yıllarını nitelendiren insan gücünün har vurulup harman savrulmasını düşündükçe dehşete kapılırdı, hele tüm felsefe akımlarının ve kitapların ucuz yüzeyselliği, yayınevlerinin ve plastik sanat atölyelerinin sinik açıkgözlüğü, kulüpleri dolduran iş adamlarının ikiyüzlülüğü aklınla geldikçe bu dehşeti daha da artıyordu. Bu insanların alayı, bir şeyler yemenin, uyku uyumanın ve sağlıklı olmanın gerçekte ne anlama geldiğini bilmiyorlardı. Açlık nedir, haberleri yoktu; yorgun düşen bedeni kaplayan sağlıklı acıyı, günün ağır çalışması tamamlanınca vücudu şarap gibi ısıtan, güç yüklü, vahşi kanın verdiği sarhoşluğu tanımıyorlardı.