- Bİz zavallı insanlar kendi sonlarımıza işte böyle ulaşıyor, dünyaya sonsuz barış ve mutluluğu katliamla ve yok ederek getirmeye çalışıyoruz.
- John Stuart Mill ''Özgürlük Üzerine '' denemesinde şöyle yazmıştı:''Yükselen bir sınıfın olduğu her yerde, ahlak kavramının büyük kısmı sınıf çıkarlarından ve sınıfın üstünlük duygularından doğar.''
- Onun çok ilkel bir yaratık, bir atavizm örneği olduğunu söylemiştim ya, bu konuda daha da beterdi. İlkel hayvanların erkekleri dişilerine bu türlü kötü davranmaz, eşlerini öldürmezler çünkü. Öyleyse Kızılgöz'ün bütün geriliğine karşın bu konuda ileri olduğu söylenebilir. Erkeğin eşini öldürdüğü tek hayvan türü insandır.
- ?Hasta olduğumuz için özgürlüğümüzü elimizden alıyorlar. Yasalara boyun eğdik oysa. Suç muç işlemedik. Ama yine de hapsediyorlar bizi. Molokai?nin hapishane olduğunu bilmeyen mi var! Niuli?yi biliyorsunuz işte... yedi yıl önce kızkardeşini Molokai'ye yollamışlardı. O gün bugündür onu hiç görmedi, hiçbir zaman da göremeyecek. Ömrünün sonuna dek orada kalmaya mahkum. Kızkardeşi istemedi bunu, Niuli de istemedi. Bu ülkeyi yöneten beyazlar istedi. Peki ama, bu beyazlar da neyin nesi oluyor?
- «Bal gibi biliyoruz onların kim olduklarını. Babalarımızdan ve dedelerimizden az mı dinledik! Kuzu gibi sessiz sedasız-geldiler, tatlı diller döktüler. Tatlı diller dökmek zorundaydılar. Neden derseniz, biz onlardan sayıca daha çoktuk da ondan. Üstelik daha güçlüydük, bütün adalar bizimdi. İşte böyle, tatlı tatlı diller döktüler. Gelenler iki bölüktü. Bir bölümü bize Tanrı konusunda vaaz vermek için öbür bölümü de bizimle alışveriş yapmak için iznimizi, yüksek izinlerimizi istediler. Bu, işin başıydı henüz. Bugün tüm adalar onların malı. Ne kadar toprak, ne kadar sığır varsa onların, her şey ama her şey onların!.. Tanrı üzerine vaaz verenler, Roma vaizleriyle el ele verdiler, hepsi de birer şef olup çıktı. Çok odalı evlerde krallar gibi keyif çatıyorlar şimdi. Yığınla hizmetçileri var. Hiçbir şeyi olmayanlar her şeye sahip çıktılar. Siz, ben, ya da falanca Kanaka aç kaldı mıydı alay ederler onunla, 'iyi ama ne diye çalışmıyorsun ki? işte şu tarlalar ne güne duruyor!?»
- Yaşamında bir-iki büyük olay olmuştu. Bunlardan bir tanesi annesinin biraz Kaliforniya eriği satın almasıydı. İkincisi de krema yapmasıydı. Büyük olaylardı bunlar. Anımsayınca içi bir hoş olurdu Johnny?nin. O sıralarda annesi güzel bir tatlı yapacağını söyler dururdu: ?Yüzen Ada'' diyordu adına ve kremadan daha güzeldi. Johnny yıllar yılı, masaya oturduğu zaman önünde yüzen ada bulacağı günü iple çekip durmuştu; ama gel zaman git zaman bunu da ulaşılmaz idealleri arasına kattı.
- Lavabo yağlıydı, kir pas içindeydi. Leş gibi bir koku geliyordu delikten. Aldırmadı. Lavabonun pis pis kokmasından daha doğal bir şey olamazdı; sabunun bulaşık suyundan simsiyah kesilmiş oluşu ve köpürmek nedir bilmeyişi de doğaldı. Aslında sabunu köpürtsen n?olurdu köpürtmesen n?olurdu? Yüzüne birkaç avuç su çarptın mı, tamamdı. Dişlerini fırçalamazdı; hem ömründe diş fırçası filan görmüş de değildi. Ve yeryüzünde dişlerini fırçalayacak kadar budala insanlar bulunduğunu da bilmiyordu.
- Adalet değirmeni teklemeden işliyor, adam öğütmeyi sürdürüyordu. Eh, ne de olsa sabahın daha karganın bokunu yemediği bir saatiydi ve Sayın Yargıcın kahvaltı etmediği düşünülürse, elini çabuk tutması doğaldı!
- Hepimize böyle ikişer kelepçe vurdular. Bu iş tamamlanınca, nikel kaplamalı pırıl pırıl bir çelik zincir getirdiler, kelepçelerin halkaları arasından geçirip çifterli sıranın önünde ve arkasında kilitlediler. Prangalı mahkumlar takımıydık artık. Yürü buyruğu verildi, iki muhafızın gözetiminde sokağa çıktık. Yürüyüş kolunun onur yeri uzun boylu zenciyle bana verilmişti. Başı biz çekiyorduk çünkü. Hapishanenin mezara benzeyen o kasvetli havasından sonra dışardaki güneş gözlerimizi kamaştırdı. Şakırdayan prangalar içinde artık bir tutuklu olan ben, güneşi hiç böylesine tatlı bulmamıştım daha önce; biliyordum: ta ki otuz gün sonrasına dek güneşi son görüşümdü bu.
- Saat on ikide yemek verildi. Kafesimizin kapısı dibinde kümes deliğine benzeyen küçük bir delik bulunuyordu. Bu delikten iki bayat ekmek topağıyla iki tas çorba uzatıldı, bir içimlik çorba üstünde tek başına yüzen bir yağ damlacığı bulunan yaklaşık bir litrelik sıcak sudan oluşuyordu. Ayrıca azıcık da tuz vardı bu sade suya tiridin içinde.