- ...O bu dünyaya bu kısacık bakışında görmüş olduğu en güzel şeydi.Bu duyguya duyduğu saygıyla derinden etkilenmişti ve kalbi sevecen bir duygu yoğunluğuyla eriyordu.Hayatı boyunca sevgi açlığı çekmişti.Doğası sevgiye özlem duyuyordu.Bu yaradılışından gelen organik bir istemdi.Yine de onsuz devam etmiş ve zaman içinde katılaşmıştı.Sevgiye ihtiyacı olduğunun farkına varmamıştı...Sevgiyi yalnızca eylem içinde görmüş, bunun heyecanıyla ürpermiş ve bunun iyi,yüce ve muhteşem bir şey olduğunu düşünmüştü.
- Ruhlarında güzelliği tanımamışlardı ,tanısalardı o parıldayan gözlerin ve ışıklı yüzün bir gencin ilk aşkının belirtileri olduğunu anlayabilirlerdi.
- En hızlı giden, yalnız gidendir.
- Aşk, yargıların üstüdeydi.
- Tanrı'nın çılgın aşığı, Bir buseye feda eder hayatını.
- Dünyanın asıl devleri yazan insanlardı; onlar yılda otuz bin dolar kazanan ve isterlerse Yüksek Mahkeme'de yargıçlık yapabilecek olan Bay Butler gibilerinden çok daha üstündü.
- Kuşkusuz, dünya güçlülerindi. Kendi kölelikleri, kölelerin değişmez fikriydi. Bir iş, onlar için karşısında secdeye varıp tapılacak bir puttu.
- O akşam odasına döndüğünde aynaya bakıp, kimsin sen Martin Eden diye sordu kendine. Kimsin sen? Nesin? Nereye aitsin? İşin aslı, sen Lizzie Connolly gibi kızlara aitsin. Çalışanlar ordusuna, tüm o aşağı, kaba, çirkin insanlara aitsin. Sığırlara ve ağır işlere, kötü kokular içindeki pis muhitlere aitsin. İşte bayatlamış sebzeler. Patatesler çürüyor. Onları kokla lanet olası, kokla onları. Ama sen kalkmış kitap okumaya, güzel müzik dinlemeye, güzel resimlerden hoşlanmayı öğrenmeye, kibar İngilizce konuşmaya, senin gibilerin hiçbirinin aklına gelmeyen şeyler düşünmeye, sığırlardan ve Lizzie Connolly?lerden kendini koparmaya ve senden bir milyon kilometre uzakta duran, yıldızlarda yaşayan solgun ruhlu bir kızı sevmeye cüret ediyorsun! Kimsin sen? Nesin sen? Lanetler olsun sana! Bakalım işlerini iyi edebilecek misin??
- «Aman, sen anlayamazsın, işte!» diye parladı. ?Anlayamazsın sen. Sen bir kızsın. Sen takıp takıştırmak istersin, üstü başı temiz olmak istersin. Sen tehlikeden, maceradan, böyle şeylerden hoşlanmazsın; kaba saba, haşarı, cesur oğlanlardan hoşlanmazsın sen. Beyaz yakalı, üstü başı sürekli tertemiz, saçları her zaman taralı gezen ve teneffüslerde sınıfta oturup kendilerini öğretmene okşatarak onların aferinlerini dinlemeyi seven iyi çocuklardan hoşlanırsın; kavgaya dövüşe hiç gelmeyen kızlarla beraber yemek yemekten, onlarla dolaşıp çiçek toplamaktan dövüşe zaman bulamayan cici çocuklardan. Hıh, bilirim böylelerini; bunlar kendi gölgelerini görseler ödleri kopar, bir koyundaki kadar bile yürek yoktur onlarda. Tamam işte, koyundan başka bir şey değil onlar. Fakat ben koyun değilim. İşte o kadar. Senin pikniğine de gelmek istemiyorum ve de gelmeyeceğim.»
- Bunu görünce Joe?nun macera damarları kabardı. Hayat buna denirdi işte. Bu adamlar, özgür açık havada, güneşin ve gökyüzünün altında, kabaran denizin üstünde, şanslarına ne çıkarsa, ya tepelerinde esen rüzgârın, ya da üzerlerine yağan yağmurun altınd yaşıyor ve geçimlerini kazanıyorlardı. Kendisi ise her gün, kendi gibi elli çocukla, ahır gibi bir odaya oturuyor, kafa patlatıp, kupkuru bilgi süprüntülerini öğrenmeye çalışıyordu. Oysa bu adamlar, avare, özgür ve mutlu bir hayat sürüyor, kürek çekiyor, yelken kullanıyor, kendi yemeklerini kendileri hazırlıyor ve hiç kuşkusuz, kalabalık sınıflarda oturanların ancak düşlerinde görebilecekleri maceralar yaşıyorlardı.