- 1968 ALNIMDAKİ BIÇAK YARASI Burhan Arpad Arpad açık, duru bir anlatımı yeğlemiş, senaryo kurgusunu çağrıştırır bir yöntemle, kırık ve imkansız bir aşk öyküsünü 'sahne sahne' dile getirmiştir. Orhan Veli'nin "Tahattur" şiirinden esinli adıyla bu roman, yer yer de Beyoğlu gece hayatının belgesele yatkın yansıtılmasıdır. On beş yıldır genelevde sermaye Zehra kimliğini gizler; yapayalnız, korunaksız, yeni bir hayata başlamak arzusundadır. . . . Zehra Emniyet Müdürlüğü'nün kapısından çıkarken gözleri karardı. Vesikalı durumunun kaldırılması için dilekçesi komisyondan çıkmamıştı. Kayıt memuru suratma bakmadan "Daha çıkmadı" demekle yetinmişti. Şef de "Bunca yıldır bu yoldasın, iyice incelemeden olur mu?" demişti...
- 1968 ARKADAŞ ISLIKLARI Orhan Kemal Arkadaş Islıkları yayınlandığında, "Orhan Kemal edebiyatı" çevresinde olumsuz eleştiriler söz konusuydu. Bazı eleştirmenler, usta yazarın geçim derdiyle aynı konuları yinelemekte, kendisini yenileyememekte olduğu kanısındaydılar. Ölçülü ama hayli merhametsiz görüşler, değiniler dile getiriliyordu. Bundan sonrası hüzünlerle donanmıştır. "Ana eline" bakan delikanlı, "arkadaş ıslıkları"nın cazibesinden kendini kurtaramaz. Bütün günler haytalıkla, serserilikle, sokaklarda geçmektedir. Delikanlıyla zengin bir ailenin kızı birbirlerine aşık olurlar. İkisi de birbirlerini hala sevmektedirler, ama işte her şey bitmiştir... Bozuk düzenin, yoksunlukların kaç kuşağın gençlerini yoldan çıkardığına, içten içe çürüttüğüne, yok ettiğine odaklı Arkadaş Islıkları sadece adıyla bile unutulmayacak bir eserdir, bence...
- 1968 TANTEROSA Sevgi Soysal Kraliçe Victoria'nın bir fotoğrafına bayılan Rosa, o fotoğraftaki at binicisi giysilerine bürünür ve at cambazı olmak ister. Bu ilk ülkü düşbozumuyla son bulur. Zaten düşbozumları art arda gelecektir. Rosa, rahibeler okulundan kovulur. Rosa'nın hayvanlarla ilişkisi yıkıma sürüklenir. Rosa aforoz edilir. Direnmek, ayakta kalmak Rosa için yeni bir erektir şimdi. Bu özgün, duyarlı, eğlentili ve kederli eser, ister öyküler toplamı ister roman olsun, edebiyatımızda bugün de 'gizli' bir başyapıt.
- 1969 KURT KANUNU Kemal Tahir Kurt Kanunu yayınlandığında edebiyat çevrelerinin büyük bir kesimi Kemal Tahir' e ve eserine artık adeta düşmandı. Devlet Ana fırtınasından sonra yollar iyice ayrılmış, Bozkırdaki Çekirdek (1967) Köy Enstitüleri'ne yönelik olumsuz eleştirileriyle 'tartışma' ötesi suçlamalara sebep olmuştu. Kurt Kanunu İzmir Suikasti'nin romanıdır. Sezai Coşkun, Esir Şehrin Hür İnsanı'nda şöyle saptıyor: "Kurt Kanunu'nda olay (İzmir Suikastı) ve Mustafa Kemal, İttihatçıların bakış açısıyla anlatılmaktadır. Romanda Kemal Tahir, İttihatçıların İaşe Nazırı Kara Kemal Bey'i yansıtıcı kahraman olarak kullanır ve Cumhuriyet yönetimine yönelik eleştirilerini dile getirir." Tepkiler sürüp giderken, Kemal Tahir'i ve Kurt Kanunu'nu, yönettiği Papirüs dergisinde Cemal Süreya savunmuştu. "Suç mu Atatürkçü olmamak?" diye soruyordu Cemal Süreya. Bu yazıdan sonra, Kurt Kanunu bir 'roman' olarak değerlendirilmeyecek, bütünüyle bir ihanet, suç kitabı sayılacaktı... Bunca yıl sonra, Kurt Kanunu yeniden okunduğunda, bambaşka görüngülerden değerlendirilebiliyor Kurt Kanunu'nun yazılışma da tanıklık ettim. Bu eser, Kemal Tahir için, kendisiyle, yaşam serüveniyle de bir 'ödeşme' romanıydı. Hiç adeti değilken, o dönemde, sık sık 1938 "Bahriye Davası" olaylarını anlatırdı... imparatorluktan Cumhuriyet'e geçişte pek çok meselenin hiç değilse-'anıldığı' Kurt Kanunu, Kara Kemal'in siyaset üzerine enikonu yoğun ve yer yer uzun konuşmalarıyla kurulmuştur. Rauf Mutluay'ın belirttiği gibi, bu uzun konuşmalar, söylemler eserin estetik bütünlüğünü bir ölçek zedeler. Ne var ki, "İnsanlık Sorumu" adını taşıyan üçüncü ve son bölüm, Kemal Tahir'in hangi iç sancılarla meseleler karmaşasına yol aldığına işaret eder.
- 1970 GİZLİ EMİR Melih Cevdet Anday ...öyle sanıyorum ki, baskıcı, diktaya yakın düzenlerio dünyanın neresinde olursa olsun aynılığını vurgulamak istiyordu. Yayınlandığı günlerde değeri, amacı pek anlaşılamamış Gizli Emir, ancak 12 Mart darbesinden sonra bir kehanet romanı kabul edilecekti... Gizli Emir edebiyatımızın en güzel kara alay romanlarından biridir. Sanat, sanatın anlamı, polis düzeni, insanın kurtuluşu, özgürlüğü çevresindeki bitip tükenmeyen konuşmalada bezeli eser, bir yandan da gün günden boşunalığa sürüklenen ülküsüz toplumu yansıtır. Yerli hayattan keskin çizgilerle kurgulanmış olması, Gizli Emir' e ayrı bir anlam vermektedir...
- 1970 İBİŞ'İN RÜYASI Tarık Buğra Tefrika roman geleneği henüz bitmemiştir. Yılların gazetecisi, Küçük Ağa (1963) romanının yazarı Tarık Buğra işsizdir. Beşir Ayvazoğlu'nun Tarık Buğra monografisinden öğrendiğimize göre, "İbiş'in Rüyası bu işsizlik döneminin ürünüdür. Abdi İpekçi, zor durumda olduğunu öğrendiği eski dostundan tefrika edilmek üzere bir roman istemiş ve Tarık Buğra oturup geceleri sabahlara kadar çalışarak İbiş'in Rüyası'nı yazmıştır." Fonda, tiyatro dünyamızın tarihçesini ustalıkla yansıtan İbiş'in Rüyası, bir sanat insanının, Nahit'in karmaşık ruh yapısında odaklanır. Etkileyici ruh çözümlemeleriyle sürüp gider. Aşk, arkadaşlık, sahne üçgeni içindeki İbiş'in Rüyası romanımıza getirdiği yenilikler açısından pek irdelenmemiştir. Ayrıca, eserin geçtiği çağın toplumsal hayatı, 'kültür gömleği' değiştirmenin sancıları, kapalı, tutucu bir ortamda tiyatro yapabilmenin zorlukları İbiş'in Rüyası'nda eleştirel gerçekçi tuturula değerlendirilmiştir! "Gizli savaş" derdi, Türkiye'deki kadın-erkek ilişkilerine. Kadın değişrnek istiyor, hayata katılmak için uğraşıyor, erkek ise kadını ceddinin gördüğü gibi ve ceddinin sınırları içinde görmek istiyordu. Ortada milimi milimine bir sınır savaşı vardı, iki taraf da kendilerine vergi silahları kullanıyordu. Erkeklerin elinde daha çok tabanca, bıçak vardı. Kadın sınırı aşmaya kalkıştı mı her zaman yumrukla, tokatla kalmıyor, onları kullandığı da oluyordu.
- 1970 UZUN SÜRMÜŞ BİR GÜNÜN AKŞAMl Bilge Karasu Bizans'ın kutsal resimlere yasak getirdiği çağından, 27 Mayıs öncesinin baskı dönem ve ortamına atak sıçramalarla uzanan Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı yalnızca inanç ve özgürlük odaklarından okuru sarsmaz. Bir yandan da, kişisel sorumluluğun, sevginin, yalnızlığın, amansız baskı dönemlerinde bireyin var oluş mücadelesinin izini sürer. . . . Onlar, öyle düşünmeden, istediklerinin olması için ateş gerekliyse ateş deyiveren insanlardı herhalde. Ateşin nasıl yakılacağını, resimlerin nasıl kül edileceğini, herhalde, yardımcılarına, yardımcılarının yardımcılarına bırakırlardı. O yardımcılar, yardımcı yamakları düşünürdü herhalde bu gibi işleri. Buyruğu verenler değil.
- 1970 YlLKI ATI Abbas Sayar Köy romanlarında çoğu kez karşımıza çıkan toplumsal bilgiçlik belki de ilk kez, Yılkı Atı'nda romandan uzak tutuluyor ve sadece 'roman'la yetiniliyordu. Art plandaysa, yalçın doğada ölümü bekleyen atlarla onları terk etmeye zorunlu yoksul köylülerin hep aynı kaderi paylaştıkları duyumsanıyor; romancının toplumsal yıkımı hiç de göz ardı etmediği ortaya çıkıyordu.
- 1971 TUHAF BİR KADIN Leyla Erbil Leyla Erbil Tuhaf Bir Kadın'ı önce 'hikâye kitabı' olarak yayınladı. Oysa eser -kılavuzda örneklendirmeye çalıştığım Havada Bulut, Değişen İstanbul, Tante Rosa, vb gibi-, roman bütünlüğü taşır. Tuhaf Bir Kadın yenilikçi romanımızın, bence, başyapıtları arasındadır. Baş tanımaz, kurallar yıkıcı sözdizimi, yeni çevrenler açıcı anlatımıyla göz kamaştıran Tuhaf Bir Kadın...
- 1971 TUTUNAMAYANLAR Oğuz Atay Turgut Özben git git Selim'in 'iç dünyası'na uzanacak, dahası bu iç dünyada Selim Işık'la adeta özdeşlik kuracaktır. Eser, üzerine, Yüz Yılın Yüz Romanı'nda, Fethi Naci'nin yakıcı bir tesbiti var: "Tutunamayanların 580. sayfasında şunları okuyoruz: 'Birtakım esrarengiz insanların etkisine kapılmıştı ve... sonunda ölür tabii. Sonrası daha da acıklıdır: yapılan otopside, beyninde bir yapı bozukluğu bulunur, ya da bir ur filan. Vah vah derler; bilseydik daha önce tedbirini alırdık.' Romanını 1970'te bitiren Oğuz Atay' ın 1977' de beyin tümöründen öldüğünü -43 yaşında-anımsayınca bu garip rastlantıdan dolayı çarpılmamak elde değil."