- 1923 SÖZDE KIZLAR Peyami Safa Ayrıca, polisiye denebilecek birtakım olaylar, Sözde Kızlar'ın sürükleyiciliğini, kolay okunurluğunu sağlamıştır. Romanın hayli kalabalık kadrosu, Peyami Safa'nın ustaca kaleme getirişiyle, tek tek kişiler olarak bellekte iz bırakıyor...
- 1924 CEHENNEMLİK Hüseyin Rahmi Gürpınar Hüseyin Rahmi, vodvil havası estirerek geçmiş zaman konağında, gözlerden ırak yaşananları pervasızca anlatmış da denebilir. Aşk-ı Memnu'uyla Cehennemlik arasında yirmi yıla yakın bir zaman farkı var. Boğaziçi'nde bir yalıda geçen Aşk-ı Memnu, hemen hemen aynı olayları, trajik açıdan yansıtıyor. Hüseyin Rahmi'yse, kaba gerçekçiliği yeğlemiş. Aşk-ı Memnu' da alafrangalığın bezediği, 'incelttiği' her şey, Cehennemlik'te ürpertici bir 'aslına dönüş'le değerlendiriliyor. Cehennemlik, bana, oldum bittim, Aşk-ı Memnu'un duygun dünyasına yırtık kahkahalı bir yanıt gibi gelir...
- 1924 KALB AĞRISI Halide Edib Adıvar "Kalbin bin bir ihtiyacı var, dost, aşık, arkadaş, daha bilmem kaç nev'i rabıta insan için aynı zamanda kabildir." Kalb Ağrısı'yla Halide Edib'in romancılığında adeta bir dönem kapanır. Yazar, kim bilir hangi çekimserliklerin etkisiyle, olgunluk yıllarında aşkı, cinselliği, elemli tutkuları kaleme getirmekten uzak durur. Âkıle Hanım Sokağı'nın "Cıbıl Gız" bölümü dışta tutulursa, Halide Edib bireyin gönül tarihçesine kayıtsız kalmış, toplumsal panoramaya ağırlık vermiştir... Oysa Kalb Ağrısı aşk, özgürlük, yalnızlığı seçiş konusunda kesin bir tutum sergiliyor, Halide Edib'in vardığı sonucu yansıtıyor: Kadın için iki yol çiziyor yazar; ilki, "dünyanın kaidelerine" uymak, "kocasının haricindeki dostluk veyahut aşk ihtiyaçlarını" yok saymak ya da "günahlarını entrika ile, hile ile" örtmek. Bu tercihi bireysel ahlaka sığdıramıyor. Bir başka yaşama biçimiyse, kadının, "müsavi hürriyet, müsavi surette şahsiyetine, arzularına sahip iki insan şeraitiyle anlaşahileceği bir erkekle" evlenmesi... Bir başka sahne: Hasan'ın yurtdışındayken Peer Gynt'ü dinleyip, taa uzaklardaki Zeyno'nun kalp ağrısını birdenbire hissetın esi... . . . Şimdi yirmi dört saat oluyor. Ben gelince yatağa girdim, Savfet'e beni yalnız bırakmasını rica ettim, yirmi dört saat gözlerim ölü gibi kapalı, yanaklarımdan yaşlar durmadan aktı. Artık kalbimi ağladım, aşkımı ağladım. Demek hepsi, bunlar bir avuç tuzlu sudan ibaretmiş. Gözyaşlarını eskiler niçin şişelere koyup ebediyen sevgililerinin nazarında saklarlarmış, anladım. Jurnalimi kapıyorum!
- 1924 KIRIK HAYATLAR Halid Ziya Uşaklıgil Halid Ziya Uşaklıgil, Suut Kemal Yetkin'e yazdığı ünlü mektupta Kırık Hayatları Maî ve Siyah'la Aşk-ı Memnu'dan daha çok önemsediğini belirtir; bu romanını daha yalın, daha süslerden arınmış ve gerçekçi bulmaktadır. Kırık Hayatların önemli özelliklerinden biri, birbiriyle uzak bağlantılı yan kişileri romanın dışına çıkmayarak yaşatabilmiş olmasıdır. Daha ilk sahneden, Kağıthane dönüşünden başlayarak, romancı başka başka hayatlara açılır. . . . (...) ne acayip, ne acı ve iğrenç şeyler dinlemiştil Karısının mücevherlerini satıp fahişelere yediren damatlar, çocuklarını aç bırakıp Galata meyhanelerinde sürten babalar, dışarıda yüz kişinin uşaklığına dayandıktan sonra evinde bir kap yemeğin etrafına zalim bir istibdadın zehirlerini döken kocalar... Bunlar bitmez tükenmez değişiklikleriyle onun gözlerinin önünden geçerdi. İnsan yaradılışının ne kadar kötü, çirkin, aşağılık, murdar, miskin hastalıkları varsa, burada ona acılarını anlatırlardı. Böyle, hastane onun için insan hayatına dürbünlerini dikmiş bir rasathane hükmünü alırdı ve burada dürbünlerin bütün camları dünyayı karanlıklara gömen bir karanlıkla renkliydi.
- 1924 ZANİYELER Selâhattin Enis Zaniyeler, gerçekten de, okur-yazar, aydın çevrelere yönelik ağır eleştirilerle dolup taşan, karanlık istekleri, yoldan çıkmış yaşamaları neşterleyen bir roman. Birinci Dünya Savaşı İstanbul'unda zengin zümre de bu romanda teşrih masasına yatırılmış. Zaniyelerin Sözde Kızlar'la birlikte okunmasını, karşılaştırılmasını öneren Necatigil, bu romanın "özel bir değeri" üzerinde durmuş: "günün gözde edebiyatçılarının içyüzleri"... "Romandaki kişilerden bazılarının (Yahya Cemal, Celâl Tahir, Rifat Melik vb.) Yahya Kemal, Celâl Sahir, İzzet Melih vb. oldukları anlaşılıyor." Belki de bu pervasız tutum, Enis'in unutuluşunu hazırlamış...
- 1925 DUDAKTAN KALBE Reşat Nuri Güntekin 'Genç kız romanı' sanılmış Dudaktan Kalbe, edebiyatımızdaki ilk önemli 'sanatkâr romanı' sayılabilir. Çocukluğu, toplumsal ve ruhsal sarsıntılada ezik, ezgin geçmiş Kenan, huzur ve umudu bir tekkede, müzikle baş başa kaldığı zamanlarda bulmuştur. Çaresiz Lamia, Kenan'dan çocuğunu, Kütahya'da başka bir akraba evinde doğuruyor. Hayatın sayısız yıkıcılığına, kızı Mebrure'yle göğüs germeye çalışacaktır artık. Prenses Cavidan'la evliliği mutsuz geçmiş Kenan, müzikte de başlangıçtaki başarısını sürdürememiş, gitgide yalnızlığına çekilerek, uzak hatıralarla, özellikle Lamia'nın hatırasıyla yaşamaya koyulmuştur. Şimdi Şem'i Dede'nin gönül eğitimi bir kez daha duyumsanır; Lamia pişmanlık, umut, ülkü, gaye, bağışlanmak olup çıkmıştır. . . . Kudret, her ruhu ayrı istidatlarla teçhiz ediyor, her birine ayrı bir yol çiziyor... Herkes, kendi yolunda gitse, herkes mesut olacak evlat... Böyle bir dünyayı gözünün önüne getir: Hep ayrı ayrı yollarda yürüyen, birbirlerine hiç dokunmayan, birbirlerini incitmeyen, hatta görmeyen yolculardan mürekkep bir uzun kafile...
- 1925 GENÇ KIZ KALBİ Mehmed Rauf Aşk, Genç Kız Kalbinde, toplumun maddiyatçı değerleri karşısında yenik düşüyor. İstinye'ye gelip giden şair Mehmed Behiç, Pervin'in gönlünü çeler. Pervin ülküsel aşkı Behiç'te bulduğu kanısındadır. Boğaziçi'nin pitoresk ortamında bu aşk söze dökülmeden yaşanır gibidir.
- 1926 AKŞAM GÜNEŞİ Reşat Nuri Güntekin Akşam Güneşi'ni okurken, ben de sadece bir aşk romanı okuduğumu sanıyordum. Başlangıçtaki, Nazmi'nin kurmay subaylık anılarını hızlı hızlı okumuş, büyük olasılıkla bu bölümlerde sıkılmış, belki de bu bölümleri çarçabuk unutmuştum. Oysa o bölümler biraz da Nazmi'nin kişiliğini belirleyebilmek için yazılmıştır, yalnız Nazmi'nin değil, belki bütün bir kuşağın. Şam, Kudüs, başka yerler, sonra Paris, hep apayrı iki uygarlık. .. Aynı apayrılığı romanın adsız sansız adasında da yakalamak olasıdır. Jülide'yle Nazmi'nin dans edişleri bile, bir yaşama biçiminden bir başka yaşama biçimine gelgitleri simgeler.
- 1926 BİLLÛR KALB Hüseyin Rahmi Gürpınar Birinci bölümde, savaş zengini Semih Atıf, düşük ahlaklı arkadaşlarıyla birlikte çapkınlık yolları aranır. . . . Sema ayağa kalktı. Gece yolculuğunda batıya yönelen ay, Meryem Ana heykeli gibi yüzünü gümüşlüyorken, hareketsiz, ağırbaşlı, durgun; geleni bekledi.
- 1927 HÜKÜM GECESİ Yakup Kadri Karaosmanoğlu Edebiyatımızın yeni yaklaşımlara kapalılığı konusunda üzücü belgeler belki... Bununla birlikte, Yakup Kadri'yi etkilemiş olabilir; yazarı Hüküm Gecesı"ni "siyasi roman" diye adlandırmış ya da adlandırmak zorunda kalmış, ikinci basımda romanda köklü değişiklikler yapmış... Cevdet Kudret haklı olarak, "(...) yazarın bu en özgün, en ilgi çekici, en güçlü romanı, bugüne değin yazılan edebiyat tarihi ve incelemelerinde ne yazık ki gereği gibi incelenememiştir" diyor. Ancak bu saptamadan sonra Hüküm Gecesi, hiç değilse, incelemecilerin az çok dikkatini çekmiş... Roman umutsuz, iç karartıcı sahnelerle bezenmiştir. Örnekse, Ahmet Kerim'in de katıldığı, Ömer Bey'in Nişantaşı'ndaki konağında yaşanan gece. "Hafif bir iki devrim soluğu"yla göçüşün eşiğine gelmiş bu konakta yıkımlı siyasi hayatın sözümona muhaliflerini tanırız. Ahmet Kerim umutsuzluğa kapılır. Zaten, bir başka yönüyle, Hüküm Gecesi Ahmet Kerim'in umutsuzluğunun romanı dır. Fakat okura yöneltilmiş can alıcı sorular kalır geriye: Ahmet Kerim mi haklıdır, yoksa, kandırılmış, satın alınmış Samiye mi? Ahmet Kerim'in çevresindekilerden, o yarı-aydınlardan kim, Samiye'den daha dürüst, daha içtendir? Siyasetin kıyıcılığıyla örülmüş Hüküm Gecesi, 'insan sorumu' üzerine derin endişesini, romanın ele aldığı süreçten sonra da süregelecek derin endişesini vurgular: "Hep şahsi şan ve şeref hırsları!.. Bizi bu bitiriyor!.. " (Hüküm Gecesi'nin ilk ve ikinci basımları arasındaki önemli değiştirimler için, Atilla Özkırımlı'nın karşılaştırmalı hazırladığı, 1978 tarihli üçüncü hasıma bakılabilir.)