- 1930 YAPRAK DÖKÜMÜ Reşat Nuri Güntekin Büyük kız Fikret gelecekten kaygılıdır. Bir boğaz eksilir özverisiyle, çoluk çocuklu dul bir adamla evlenir. Kitaplara tutkun Fikret, hayalleri ve umutları kırık, Adapazarı'na yerleşecektir. Yaprak dökümü başlamıştır artık! Ali Rıza Bey zengin avukatın tuttuğu konforlu apartmanda yaşamakta; sıkılırsa, "tertemiz" giydirilip arabayla gezmeye çıkarılmaktadır. Yaprak Dökümü, Doğulu yaşama biçimi mi, Batılı yaşama biçimi mi, muhafazakarlık, yenilikçilik derken tek değeri para olacak düzene geçişin erken ve ürpertici romanıdır. Oysa romanın başında, on iki yaşındaki Ayşe'yi büyütüp yetiştirememekten korkan Ali Rıza Bey, için için öteki çocuklarına emanet eder onu. Ayşe geleceğin simgesidir. Yaprak Dökümü'nün oyunu boyunca konfeti ve serpantİn hazırlar, davet gecelerine, ev balolarına. Şimdiyse on beş yaşına gelmiştir; yaşlı, inmeli babası Ali Rıza Bey'le birlikte zengin avukatın dostlarına içki ikram etmektedir. "On beş yaşında güzel bir kız olan" Ayşe'yi yeni para düzeni bu kadar var etmiştir... Ayşe'den habersiz, Ayşe'yi görememiş bir yazar, Yaprak Dökümü'nün "işlenmemiş" bir roman olduğu kanısında. Adeta, romancının kendisi için tuttuğu notlarla yetindiğini ileri sürmüş. Ben öyle düşünmüyorum. Yaprak Dökümü, hukuk diliyle, bir tutanak gibi yazılmış bence. Romancı o tutanağın değerlendirmesini kendi zamanının ve yarının okuruna bırakmış... . . . Sokakta kuvvetli bir ışığın etrafına toplanan gece böceklerinin kaynaşmasına benzer bir hayat var. Ta uzaklardan çalgıya ve aydınlığa doğru akıp gelmiş bir kalabalık.
- 1931 FATİH-HARBİYE Peyami Safa Fatih-Harbiye'yi savunanlar, Peyami Safa'nın mutlak Doğu'yu tercih ettiğini belirtmişler. Fatih-Harbiye'yi yermek isteyenler, bu tercihin mutlaklığında gericilik saptamışlar. Bence Peyami Safa bambaşka bir görüngeden eğilmiş; bizdeki Doğu'da da, Batı'da da hüzünler saptamış.
- 1932 ROMAN Falih Rıfkı Atay Dili, anlatımı, üslubuyla Türkçeye gerçekten derinlikler katmış Falih Rıfkı. Attila İlhan onun yazılarını gençlere bir yaşam boyu salık verdi.
- 1932 SU SİNEKLERİ Mahmut Yesarî (...) bir bahar sabahı doğup, o bahar akşamı ölen su sineklerinden farksızdılar.
- 1933 PEMBE MAŞLAHLI HANlM Sermet Muhtar Alus Sermet Muhtar Alus benim için dil, sözcük ustasıdır. On dokuzuncu yüzyıl sonundaki İstanbul'un sözcükleri, yirminci yüzyıla da kılıç artıkları gibi çıkagelenler. Alus'un eserlerinin Türkçesi, İstanbul Türkçesinin bütün dağarcığıyla yüklü. Bugün unutulmuş deyimler, özel deyişler, yabancı dillerden değişerek, bozularak sözlüğe katılanlar, birbiri ardınca akıp gider. Keşke Sermet Muhtar Alus Sözlüğü hazırlansa. Pembe Maşlahlı Hanım, en koyu baskı düzenlerinde bile, uçarı yaşamların sürebileceğine ilişkin, alttan alta bu soy düzenlerle alay eden bir eserdir. Mütareke döneminde tiyatroyla yakından ilgilenmiş Alus, hem bu romanında, hem de, yine bir Abdülhamid paşasının hayatını anlatan romanı Kıvırcık Paşa'da vodvil havası estirir. Romanımızda tiyatro sanatından esinlenmenin örnekleri arasındadır bu eserler.
- 1934 AYAŞLI VE KİRACILARI Memduh Şevket Esendal Ayaşlı ve Kiracıları, başkişileri gereksinmeyerek, bütün bir çevreyi odak alır. Romanımızda bu uygulayıının ilk örneklerinden biridir. Kısa, hatta kısacık tümcelerle örülmüş roman, tasvirlerden, tahlillerden uzak, akıp giden, hızlı bir anlatışla kaleme alınmıştır.
- 1934 UTANMAZ ADAM Hüseyin Rahmi Gürpınar Avnüssalah bir zamanlar hayal ettiği gibi zengin olmuş; servetin, bozuk düzen toplumlarda, ancak hileyle, entrikayla, dolandırıcılıkla ele geçirilebileceğini kendi hayat deneyleriyle öğrenmiştir. Varlıklı Avnüssalah artık konferanslar vermekte, nasıl zengin olunabileceğinin sırlarını anlatmaktadır. Saygınlığı giderek artmıştır; kadınlı erkekli büyük kalabalıklar bu konferaslara itiş kakış katılmaktadırlar... . . . Çaldım. Dolandırdım. Sağdan soldan sızdırdım. Karşıma hiçbir dava çıkmadı. Çünkü, yere vurduklarım, benden mücrim mahkeme kaçkınlarıydı. Yakalarını adalete teslim etmeden, beni ele veremezlerdi. (Mustafa Nihat Özön sadeleştirmesi.)
- 1935 GÖKYÜZÜ Reşat Nuri Güntekin . . . Bütün hayatında bir hür fikir havarisi olduğunu söylemekle öğün... İnsanlığın ve memleketin bütün istikbâlini masal ve hurafeye karşı kazanacağı istikbâlden bekle; inananları zaafla itham et; göğe el açan biçareleri ayıpla, kendini vehimden kurtulmuş insanın en mükemmel modeli olarak ileri sür, sonra günün birinde bir çocuğun anlaşılmaz hastalığı karşısında ne yapacağını şaşır, Afrikalı bacılara tütsü yaktırmaya, putperest düğünü yaptırmaya kalk...
- 1936 CUMBADAN RUMRAYA Peyami Safa (Server Bedi) Şaşırtıcı olan, yazarın, Batı'yla Doğu arasındaki çatışmaya kapılıp gidecek kişilerini, Doğu' dan yana olumlu göstermesine rağmen, Batılı eğilimlerle donanmış kişilerini de çekicilikten büsbütün uzak kılmayışıdır. Bu kişiler en çökkün bir ahlakı temsil ederlerken bile, edebiyatımızın o güne kadar yansıtmamakta hemen hemen direndiği bir 'düşüşte yüceliş' yaşamasını dışa vururlar. Peyami Safa geçimini sağlamak amacıyla yazdığı, sayısı bugün hala tam saptanamamış, pek çok romanında Server Bedi takma adını kullanmıştır. Cumbadan Rumbaya bu romanlardan biridir. Cumbadan Rumbaya, romancının Peyami Safa olmaktan sıyrılır sıyrılmaz, ne kadar geniş görüşlü ve yapıcı bakabildiğine işaret eder. Karagümrük'te Doğu, Taksim'de Batı hüküm sürmektedir. Cemile giyinişte kuşanışta Batı, davranış ta duyuşta Doğu' dur. Paradoksal çatışma iyice pekişir. . . . Şahinde bilet muamelesini görünce bıçak yemiş gibi haykırdı: -Eyvahlar olsun... Gördünüz mü başımıza gelenleri... Biletleri evde unuttum! Sabahleyin ıspanaklı böreğin yufkasını açmadan evvel elimde idi, sonra alırım diye mutfakta örtünün altına sokuşturuvermiştim, unuttum gitti.
- 1936 SAMANYOLU Kerime Nadir Kerime Nadir anılarında, Çengelköy sırtlarındaki fıstık ağaçlarına doğru gezmeye çıktıkları bir gece, gökyüzünde o görkemli Samanyolu'nu gördüğünü anlatır. Tam o günlerde Alphonse Daudet'nin Değirmenimden Mektuplar'ını okur ve ''Yıldızlar" öyküsüne hayran olur. Samanyolu'nun ilk heyecanı, ilk duyuşu "Yıldızlar" dan sonra başlar.