- 1889 ÖMER?İN ÇOCUKLUĞU Muallim Naci Ömer'in Çocukluğu bence bir anı-roman; ayrıca çok sevdiğim bir roman. Ömer'in Çocukluğu'nu 1970'lerin başında okumuş, hayli şaşırmıştım: Öylesine yalın, öylesine incelikli, öylesine duyarlı... Gelgelelim hak ettiği ilgiyi devşirememiş, sonra sonra, unutulmuş. Oysa, 1880'lerin roman çabasında, dil, anlatım, dile getiriş açılarından gizli bir başyapıt!
- 1889 SERGÜZEŞT Samipaşazâde Sezai Sezai, Sergüzeşt'le romanımıza ruh çözümlemesini ve tasviri getirmiştir. Ayrıca, yer yer savruk söyleyişle olsa bile, roman sanatının gereksindiği anlatım ilk kez bu eserle yakalanabilmiştir. Sezai zaman zaman Dilber'i odak almakla birlikte, genç kızı seven Celal'i de özellikle son bölümlerde iç dünyasıyla yansıtmıştır. Sergüzeşt bu açıdan bizde bir ilk sayılabilir: Romancı, değişik roman kişilerini kendi bakış açılarından yaşatmayı tercih etmiş.
- 1890 MÜŞÂHEDAT Ahmed Midhat Efendi Ahmed Midhat'ın Müşâhedat?ı daha başlangıçta enine boyuna kurgulamış olduğu da söylenebilir. Bu roman, sarsıntılara, çatırdayışlara sürüklenmiş imparatorluğun çok uluslu yapısına bir gönderme ve çok uluslu yapının çözülmemesi için bir temenni. Hatta, çok uluslu imparatorluğun edebiyata minyatür bir yansıması.
- 1892 BİR ÖLÜNÜN DEFTERİ Halid Ziya Uşaklıgil Bir Ölünün Defteri bana Genç Werther'in Acıları'nı hatırlatır. Etkilenişten, esinlenişten söz açmıyorum. Halid Ziya belki de Goethe'nin eserini hiçbir zaman okumadı. Ama o tuhaf aşk üçgeni, iki romanı birbirine yakın kılıyor.
- 1896 ARABA SEVDASI Recaizâde Mahmud Ekrem Bu roman, bence, anlatım, üslup, kurgu açılarından dönemi için çok seçkin bir eserdir. Dahası, seçkinliğini bugün de korumakta. Aynı şekilde, edebiyatın o dönemdeki ağdalı dilini, Ekrem Bey, günlük konuşma diliyle bir arada işlemiş; irkiltici karşıtlık kendiliğinden ortaya çıkmış. Yazar, bu soy edebi inceliklerinin altını çizmemekte özel bir çaba harcamış gibidir.
- 1896 ZEHRA Nabizâde Nâzım "Sırrıcemal, kuyusuna nasıl zehir katarsa, Nabizâde Nazım'ın bütün kişileri de duygusal açıdan birbirlerini öyle zehirlerler; saçtıkları ağuyla hep birlikte sahneden silinene kadar. Nabizâde Nazım'ın romanından geriye ne saf kurbanlar -Zehra'nın çocuğunu saymazsak- ne suçsuzlar kalır ne de çözüm olanakları. Bütün bir dönemin yargılanışıdır Zehra." (Tomris Uyar çevirisi.)
- 1900 AŞK-I MEMNU Halid Ziya Uşaklıgil Zaman geçtikçe, Bihter, önce hizmetkârlardan ve Nihal' den yakınlık görmez olur. Sonra da, Adnan Bey'in genç, uçan yeğeni Behlûl'ün tutkun davranışlarıyla karşılaşır. Bihter yasak aşkı engellemeye çalışırsa da, sonunda yaşamak zorunda kalır, servet ve mevki ihtirasıyla geldiği Boğaziçi yalısı şimdi kendisi için bir cehennem bucağı olmuştur. Dahası, Behlûl'ün kendisine sadece cinsel istekle yakınlık gösterdiğini yavaş yavaş hissetmektedir. Daha önceki karanlık gönül serüvenlerinden, gelgeç ilişkilerinden usanmış Behlûl belki de ilk kez bir genç kızı, masumiyeti sevmektedir... Mehmed Rauf 1901' de yetkin bir Aşk-ı Memnu incelemesi yazmış (bkz. İnci Enginün-Zeynep Kerman, Yeni Türk Edebiyatı Metinleri, 4. kitap).
- 1900 EYLÛL MehmedRauf Mehmed Rauf?un bütün Boğaziçi tasvirleri, romanın bir bakıma iç sesidir.
- 1900 ZAVALLI NECDET Safvet Nezihî Zavallı Necdet, hiç değilse bir roman adı olarak, 1960'larda ününü koruyordu. Gerçi bu ün, romana ya da roman kahramanına bir gönderme olmaktan çıkmıştı. "Zavallı Necdet!", hafif alaycı, hor görücü nitelik edinerek, aşk budalası genç adamlara söylenir bir söz olmuştu. Romansa unutulmak üzereydi. Ayrıca Zavallı Necdet?in İstanbul yaşamasına ilişkin bilgilendirişleri de göz ardı edilmiş. Tarabya, Feneryolu, Bebek, Şişli, Büyükada; Tokatlıyan, Konkordiya, Lüksemburg Bahçesi, Ünyon Fransez, Samer Palas; bütün bu semtler ve mekanlar romanda akıp geçer, canlı tasvirlerle yaşatılır...
- 1901 MÜNEVVER Güzide Sabri 1900 tarihli Eylûl, başarılı ilk aşk romanımız kabul edilir. Ayşe Güzide hususî hocalardan tahsil görür. Edebiyat hocası, lugat sahibi Tahir Efendi'dir. Genç kız edebiyata eğilim duyar ve henüz on beş yaşındayken Münevver'i kaleme alır. İfadenin zayıflığı, bozuk cümlelerin varlığı bir yana, bu kısa roman, olanca içtenliğiyle bugün bile okuru etkileyecek niteliktedir. Bununla birlikte, gerçekliğe bu gönderme, on dokuzuncu yüzyıl Batı romanının giriş bölümlerinden edinme bir kurmaca da olabilir. Verem! O yılların, istibdat rejimi kadar acı veren, okur kalabalığı üzerinde daha da derin izler bırakan, kurtuluşsuz hastalığı... Münevver, amcazadesi genç Tıbbiyeli Şefık'le sevişmektedir. Romanı bize bir anlatıcı aktarır; Münevver'in yakın arkadaşı. Anlatıcı, ölümden sonra kendisine bırakılan udu, genç kızın annesinden teslim alır. Yadigârın üstüne, "kurşunkalemiyle" şunlar yazılmıştır: "Beni özlediğin, gözyaşlarımı, yahut neşelerimi duymak istediğin zaman, bunu çal, onun tellerinde hâlâ benim kederlerim mevcuttur." . . . Uzak ve solgun dağlara, sonbaharın sisleri çöktüğü, yaprakların sararıp yavaş yavaş döküldüğü zamanlar, ruhum garip bir melâl altında ezilir ve ağlamak isterim.