- 1972 BÜYÜK GÖZALTI Çetin Altan Çağın ve mekanların belirsizliği ince bir sarakaya alıştır. Niçin gözaltında turulduğunu bilmeyen ve bir türlü öğrenemeyen roman kişisi, kendisi açıkça saptamasa bile, yaşam boyu sadece büyük korkular yaşamıştır. Büyük Gözaltı'nın kaleme getiriliş ülküsünü şöyle açıklar Çetin Altan: "Topluma biçim veren düzende korkunun bir ömür içindeki klişelerini üst üste koyup fotoğrafını çekmek istedim." İşin ürkütücü yanı, fotoğrafın bugün hâlâ, az önce çekilmiş gibi olmasıdır...
- 1973 ANAYURT OTELİ Yusuf Atılgan Anayurt Oteli iletişimsizliğin, aşağı görülmenin, çıldırtıcı tekdüzeliğin, cinsel yalnızlığın, git git de öncesiz sonrasız yalnızlığın romanıdır. Anayurt Oteli'nin katibi Zebercet, o kapalı, ölgün taşra kentinde, Necatigit'in yorumuyla "sevgiye, şefkate özlemli", var olmaya çalışmaktadır. Oysa ufku dar taşra yaşamasında, bütün olanaklar daha baştan tüketilmiştir. Öyle sanıyorum ki, Zebercet'e, 'hasta edilmiş' bir zihnin sabuklamaları ve sanrıları diye yaklaşmak, Anayurt Otellni kavramak açısından yeterli değil. Zebercet'i kuşatan, 'hasta eden' yıldırtıcı toplumsal ortam, pek az romanımızda bu denli derinlemesine, savsözlere başvurmaksızın, 'sanatkârca' işlenmiştir. İlgisi yokmuş gibi görülebilir; 12 Eylül 1980 darbesinin sabahı, hiç adeti değilken Yusuf Atılgan beni aramış, "İyi misin?" diye sormuştu. Yıllar sonra büsbütün yürek yakıyor...
- 1973 BIÇAĞIN UCU Attilâ İlhan ...zamanın, koşulların birey üzerindeki 'değiştirim'lerini yansıtır. Bıçağın Ucu'nda karabasanlı, sancılı, alabildiğine karmaşık bir ortam söz konusudur. Aydınlar arasında bireysel sarsıntılara, açmazlara rastlarız; hatta kimi aydınlar ihanete sürüklenirler. Toplum bütünüyle kokuşmuş değer yargılarının buyruğunda, kendine çıkar yol aramaktadır. Bence, sürekli değişen perspektifleriyle Bıçağın Ucu, toplumsal-bireysel dünyalarımıza kaygının, dahası, 'korku'nun gözleriyle bakan sayılı romanımızdan biri. Demokrat Parti yıllarının 27 Mayıs'a sürüklenişi, iç dünyaları hep sarsıntılı roman kişileri, Attilâ İlhan'ın o kadar kendine özgü üslılbu eserin önemli özellikleri.
- 1973 İZMİR'İN İÇİNDE Samim Kocagöz Memet Fuat'ın 1964'te kaleme getirdiği ilginç bir görüşü var: "Samim Kocagöz'e gelince" diyor, "yıllarca önce Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun söylediği sözü, 'Edebiyattan önce yapılacak çok iş var' sözünü o kadar ileri götürdü ki, yazdıklarını okumak bir görev oldu nerdeyse, 'tat alma' ile hiç ilgisi kalmadı." 1973 tarihli İzmir'in İçinde bu görüşü bence bütünüyle doğruluyor. Romanı, üslûbu, kişileri, konusu, olay örgüsü açısından okumuyorsunuz. Tam tersine, roman kişileri, özellikle emekli Albay Nazif Tınaztepe aracılığıyla, hep onların değişik değişik söylemlerinde, İstiklal Savaşı'ndan 27 Mayıs'ın hemen sonrasına, Türkiye'nin yakın tarihini, siyasal dönemleri, birbirinin devamı sorunları okuyorsunuz. Samim Kocagöz'ün kalabalık aile sahneleri, kentsoylu yaşaması, farklı kesimlerden kişilerin ev ve iş dünyalarıyla bezemek istediği bu roman, bir yandan da, baştan sona tartışmalar toplamıdır: Cumhuriyet'in kuruluş sebepleri, Cumhuriyet sonrasında gerçekleştirilenler, gerçekleştirilemeyenler; halk neden Demokrat Parti'yi tuttu, Demokrat Parti halkı vaatleriyle aldattı mı; sosyalistlerin bu ülkedeki varoluş sorunları; 27 Mayıs öncesinin olayları, "ordunun bu gidişe bir dur" demesi zorunluğu vb... Daha önce Yılan Hikâyesi'nde DP'nin CHP'yi adamakıllı sarstığı 1946 seçimlerine değinmiş Kocagöz, bu kez, Amerika-DP işbirliğini öne çıkarır. Nazif Tınaztepe şöyle der: "Düşman, yine vatanın harem-i ismetine girmiş; kızlarımızı iğfal ediyor, oğullarımızı kurşunluyor! Sultan Reşadlar, Vahdettinler, Damat Feritler iş başında!" Dahası, geleceğe yönelik kehanette bulunuşlar; 1970'lerde, Kocagöz adeta kendini tutamamış, Hidayet Bey'in ağzından 2000'lerin Türkiye'sini çiziyor: . . . Belki iki bin yılında, çok geç kalınmakla birlikte, Türkiye'de Marx'ın dediği, bütün koşullarıyla gerçekleşecek. Buysa benim dünyam değil. Zaten ben, o günleri göremeyeceğim. Başından beri bu davada da yoktum. Eee, benim için yapılacak iş, şimdiye dek edindiğim servetin bir parçasını harcayarak, ömrümün kalan yıllarını hoşça geçirmek olacak.
- 1973 ÖLMEYE YATMAK Adalet Ağaoğlu Ölmeye Yatmak, Atatürk'ün ölümünden sonra yetişen ilk kuşağın romanıdır bir bakıma; Cumhuriyet Türkiye'sinin ilk kuşağını 1968 yılına kadar izleriz. Romanın başkişisi Aysel, 1968 Nisan'ında 'ölmeye yatar'. Bu 'ölmeye yatmak' somut bir intihar girişimi olarak da alımlanabilir, bir aydının duruk bir zaman diliminde kendini sorguya çekmesi olarak da. Aysel, kimliğini, yaşantısını, inanç ve ülkülerini, sonuçtaki başarısızlığını bir otel odasında, yalnız ve içten, kaçamaklara başvurmaksızın irdeler. Her şey yolunda görünüyordu. Artık öyle görünmemeli. Otuz yılda hiçbir yere gelinmemişse bir başkaldırı mutlaka olmalı. Bu hiçlik de yaşanmalı. Bir boşluğa olanca hızla düşülmeli. Bu düşüş gerçek yüzünü göstermeli. Bir düşüş yokmuş gibi yaşanılamaz. Düşülen yerden yıldızlar seyredilemez.
- 1973 SAHNENİN DIŞINDAKİLER Ahmet Hamdi Tanpınar Kendisini İhsan'dan kıskanan Cemal'e, "Benim sevdiğim insanı sen de seveceksin değil mi?" diye soruyor. inişli çıkışlı ruh dünyasıyla etkileyici bir grafik çiziyor. Kirpikleri ıslanıyor, Cemal'in İhsan'ı sevmesini vargücüyle yineliyor; "İhsan'ı da çok sev. O da seni sevsin, öbürünü de sevsin! Sonra bir gölge kişi: Alâiyeli Ahmet... "Anadolu acı dır" diyor Cemal, "eliniz kesildiği zaman, bir yere çarptığınız zaman duyduğunuz şey yok mu, işte onu çok büyültün, tahammül edilemeyecek hale getirin, işte Anadolu odur... " Sonra Alaiyeli Ahmet'in serüvenini anlatıyor...
- 1973 TEHLİKELİ OYUNLAR Oğuz Atay Tehlikeli Oyunlar, bence, Oyunlarla Yaşayanlar'la birlikte okunmalı. . . . Daha önümüzde uzun bir karanlık var daha yaşamalıyız, boşluğa düşmemeliyiz. Sevişmesek de düşmemeliyiz.
- 1973 YENİŞEHİR'DE BİR ÖĞLE VAKTİ Sevgi Soysal Gerçi dış görünümde -Yakup Kadri'nin özendiği gibi- çağdaşlaşmış, Batılılaşmış bir başkent, büyük bir alışveriş merkezine girip çıkanlar, başkentli insanlar, giyim kuşamları, davranışları 'uygar'. Romanın başındaki yaşlı 'kavak' ağacı bir şeyleri imlese de, kimsenin umurunda değil. "Ali'ye biraz iltimas geçtim, kıyamadım. Keşke yapmasaydım" demişti. Yaralayıcı, öldürücü şeylerin değişebilmesi için "dibe vurmak" gerektiğine inanıyordu; "... hiç değilse yazıda çizide...''
- 1973 DEMİRCİLER ÇARŞlSI CİNAYETİ Yaşar Kemal Demirciler Çarşısı Cinayeti'nde Derviş Bey'in kılığı kıyafeti, bütün düzene adeta bir gönderme gibidir. Yaşar Kemal inceden ineeye betimler: Derviş Bey, bu ağa, mavi çuhadan, ceplerinin kenarları "sırma işleme" şalvar giyer. Şalvar geniş kıvrımlıdır, o kadar ki, kıvrımlar çizmelere dökülüşür, çizmelerin tozunu alır; çizmeler hep pırıl pırıl, yeni boyanmış gibi. Oysa oralarda böylesi şalvarları biçen, diken, nakışlayan kimse kalmamıştır. Çağ çoktan değişmiş. Derviş Bey "ne yapıp ediyor, yılda bu şalvarlardan bir ya da iki tane mutlaka" ediniyor. Şalvar, Halep'ten, Şam'd an, taa Mısır'dan getirtiliyor, artık başka yerde yok. Derviş Bey'in ceketleriyse hep son moda. Bu, yepyeni modelli ve belki modelleri yıldan yıla değişen ceketleri, İstanbul'un en ünlü terzileri en pahalı kumaşlardan dikiyorlarmış. Yaşar Kemal, tadını çıkara çıkara, "Bu karmakarışık kılık ona çok yakışırdı" diyor. Karmakarışık kılık, bir yandan da, eskiyle yeninin karmakarışıkiç içeliğini yansıtır. Roman ilerledikçe sezer, duyumsarız: Çürümüş eskiyle yoz yeni birbirine sarmaşmıştır. Çünkü toplumsal koşullar hiçbir şeyi yeni kılamadığı gibi, eskiyi de hiçbir şekilde ortadan kaldıramamakta.
- 1974 47'LİLER Füruzan Füruzan Parasız Yatılı (1971) yayınlandıktan sonra okuru derinden etkiledi; bir 'edebiyat olayı' denebilirdi bu başarıya. Daha önce dergilerde incelikli öyküleri yayınlanmış, kendi köşesinde sessiz sedasız bir yazar, şimdi okur katında ünlendikçe ünleniyordu. Öbür öykü kitapları da aynı ilgiyi devşirdi Füruzan'ın. Öykü tarihimizde bu denli ünlenmiş, okurla buluşabilmiş başka kaç yazar anılabilir, kestiremiyorum. . . . İstanbul'a yılın ilk karı yağıyor. Uykuya geçiş sınırını aşıladığı an bilinmez. Emine'nin gecede son izlenimi tipinin sıklaşmasından ötürü limana giren bir geminin yolunu ararca sürdürdüğü kalın, yumuşak ses.