1970 İBİŞ'İN RÜYASI Tarık Buğra Tefrika roman geleneği henüz bitmemiştir. Yılların gazetecisi, Küçük Ağa (1963) romanının yazarı Tarık Buğra işsizdir. Beşir Ayvazoğlu'nun Tarık Buğra monografisinden öğrendiğimize göre, İbiş'in Rüyası bu işsizlik döneminin ürünüdür. Abdi İpekçi, zor durumda olduğunu öğrendiği eski dostundan tefrika edilmek üzere bir roman istemiş ve Tarık Buğra oturup geceleri sabahlara kadar çalışarak İbiş'in Rüyası'nı yazmıştır. Fonda, tiyatro dünyamızın tarihçesini ustalıkla yansıtan İbiş'in Rüyası, bir sanat insanının, Nahit'in karmaşık ruh yapısında odaklanır. Etkileyici ruh çözümlemeleriyle sürüp gider. Aşk, arkadaşlık, sahne üçgeni içindeki İbiş'in Rüyası romanımıza getirdiği yenilikler açısından pek irdelenmemiştir. Ayrıca, eserin geçtiği çağın toplumsal hayatı, 'kültür gömleği' değiştirmenin sancıları, kapalı, tutucu bir ortamda tiyatro yapabilmenin zorlukları İbiş'in Rüyası'nda eleştirel gerçekçi tuturula değerlendirilmiştir! Gizli savaş derdi, Türkiye'deki kadın-erkek ilişkilerine. Kadın değişrnek istiyor, hayata katılmak için uğraşıyor, erkek ise kadını ceddinin gördüğü gibi ve ceddinin sınırları içinde görmek istiyordu. Ortada milimi milimine bir sınır savaşı vardı, iki taraf da kendilerine vergi silahları kullanıyordu. Erkeklerin elinde daha çok tabanca, bıçak vardı. Kadın sınırı aşmaya kalkıştı mı her zaman yumrukla, tokatla kalmıyor, onları kullandığı da oluyordu.
Diğer Selim İleri Sözleri ve Alıntıları
- "Hikâyelerinizde mâzi var. Biliyor musunuz, insan mâziye geri dönebileceğini sanıyor..."
- "Hikâyelerinizde mâzi var. Biliyor musunuz, insan mâziye geri dönebileceğini sanıyor..."
- Sevgi nedir diye sormuyorum çünkü çok az biliyorum, sevgi yaşadıklarımın hiçbiri değil. Ben sormuyorsam bu adamlar gibi şimdi nerde, şimdi ne yapıyor, alışılmış sözcükleriyle bunları sormuyorsam kimse için, yaşadıklarıma sevgi gözüyle bakamam. Bir filmi seyrederken yalnızsam ve sormuyorsam içimden nasıl bulurdu o, bir kitabı okuyup da bir şeyler düşünmüşsem ve onunla tartışmayı aklımdan bile geçirmemişsem, çay içerken, neskafe için su kaynatırken, kapının zili çaldığında yüzünü şöyle bir görüp bir sözcükle, adıyla anmıyorsam, hayır, sevgiyle en küçük bir ilintisi yok bunun.
- Bir şey unutmuşum gibi geldi bana. Fakat ne? Her şeyim yanımda. Her zaman kahreden ikinci ses, "Siyah gözler unuttun" dedi. Anladım, içim ezildi.
- Bir şey unutmuşum gibi geldi bana. Fakat ne? Her şeyim yanımda. Her zaman kahreden ikinci ses, "Siyah gözler unuttun" dedi. Anladım, içim ezildi.
- İstese beni arayabilirdi. Arayıp sorardı. Bir hayalin ardındayım. Dostluklar belli yaşlarda, ilk gençlik dönemlerinde güzel. Ama ben çocuk kaldım, hiç büyümedim, hep sığ sularda..
- İstese beni arayabilirdi. Arayıp sorardı. Bir hayalin ardındayım. Dostluklar belli yaşlarda, ilk gençlik dönemlerinde güzel. Ama ben çocuk kaldım, hiç büyümedim, hep sığ sularda..
- Bu, epeydir acı çeken, belki de bütün yaşamı boyunca - söyleyemediği, dile getiremediği, dışa vurmadığı - acılar çekmiş bir insana ağlamaktı ve bu insan benim annemdi.
- Sevdiğim bir şiiri okurken, bir romanı, bir öyküyü ya da bir filmi anlatırken de gözlerim dolar, ağlarım çoğu kez. Karşımdaki kişiler, bundan tedirginlik duyarlar.
- Gözlerindeki o camı andıran, sonra yavaşça biriken, dolan, yuvasına sığamayarak taşan yaşların, gözyaşlarının nedeni nasıl açıklanır?