- Geride bıraktığımız, bize yıllar boyu mutluluk vermiş bir güzelliğin yıkıntısı. Kurtarmak için parmağımızı bile oynatmağa davranmadığımızdan yıkılıp yok olmuş bir güzellik. Bir güzellik daha, demek gerekir. Yaşamak, durmadan, ardında yıkıntılar bırakarak bir yerden bir yere gittiğimizi sanmak mıdır?
- Anılar, belli bir okuyuşun sağlayabileceği anlamları taşır ancak. Anahtarı yazılmadıkça birtakım benekler olarak kalan notalar gibi.
- Büyüsünden sıyrılmamız gereken sözcüklerden biri --en önemlilerinden biri-- de 'insan' sözcüğü. Bir tılsım gibi kullanıp en yüce duyguların aracı haline getiririz onu; tek tek insanı, kişiyi (dostumuz olsun düşmanımız olsun) o sözcüğün yardımı aracılığıyla ezmekten, yıkmaktan çekinmeyiz. Düşlediğimiz, tasarladığımız, kurduğumuz, dilediğimiz bir anlamı yükleyiverdiğimiz 'insan' sözcüğü, sırasında en güçlü aracımız, saldırganlık kargımız olur. İnsanı en yüksek yere yerleştirmekten, hayvanlardan, bitkilerden, sulardan, dağlardan çok önemli olduğuna, her şeyin insan için yaratılıp insana kulluk etmesi gerektiğine inanırmış gibi yaşamaktan vazgeçelim. Belki o zaman insanın değerini öğrenir, hayvanla, bitkiyle, suyla, dağla, taşla birlikte bir anlamı olduğunu, olabileceğini anlar, belki o zaman insana saygı duymasını başarırız. Ne tuhaf! Bunları, biz zamanlar, ben yazdım. Ben savundum. Oysa gece üzerimize çöktükten sonra, bu yolda sözler söylemenin gereksizliğine herkesi inandırmak için elimden geleni ardıma komadım.
- Yanınızdaki (önünüzdeki, karşınızdaki) adamın, iriliği (boyu, posu, eni) oranında bir gömüt gerektireceğini, bu kıyımı ölçüsünde toprakaltı canlıları besleyeceğini, anasının babasının doğumundan başlayarak gösterdikleri sevgi, ilgi, çaba ile bu gövdeyi besleyip büyütmesinin, daha sonra, bu gövdeyi taşıyanın yaşamayı beslenme, yeyip içme diye tasarladığı ölçüde, boğuşa, uğraşa, didine karnını doyurmasının kim bilir, buna "gönlünü doyurmasının" demek belki çok daha doğru olur, gerçekte, ölümünü özene bezene hazırlamak olduğunu düşünmüş müsünüzdür? Kendi hakkından başka belki bir belki iki kişinin rızkını yiyerek, başına büsbütün üşüşülecek, iştah kabartacak solucanları, kurtları, böcekleri düşünüyorum elbette şu anda, bir ölü, kendisini gömütlüğe taşıyacak olanları büsbütün terletecek, yoracak, görkemli bir ölü, ağırlıklı bir ölü haline gelmek için uğraştığını düşünmüş müsünüzdür? Bilmiyorum. Ama ben, bu dediklerimi, gördüğüm her besili insan karşısında, her gün düşünürüm. "Biraz toplamışsın," diyen herkesin beni tiksintiyle karışık bir kaygıya salması da bundan belki de... Ölümü kurmaksızın yaşamı kurmanın olanaksızlığını duymak, özellikle duymak, hastalık belirtisi sayılsın varsın; nasıl olsa, ne yaparsak yapalım, ölüme hazırlandığımıza göre, bir yaşam dengesi tasarlayabilmek pek çılgınca bir şey olmasa gerek.
- ...Çünkü bilirsiniz ki onsuzluk, sizin de bir parça ölümünüzdür. Düpedüz. Evet, ölenlerin ardından yaşadığınızı, ölen ile ölünmediğini herkes bir gün öğrenir. Ama eksilerek, azalarak, sakatlanarak, bir yeri koparak yaşandığını?
- Okur kitap arar ama, kitabın da okuru bulduğunu ben çok gördüm...
- "Kitaplardan ve ayraçlardan ve bardak altlarından ve kedilerden ve gündüzlerden ve gecelerden ve yerlerden ve göklerden başka kimimiz kaldı..?"
- "..Sınırlı olan, engel yaratan, dil değil, vericinin kafası; metin değil alıcının kafası..." ..Bizim dile getiremediğimizi bir başkası getirebilir, bizim anlayamadığımızı bir başkası anlayabilir...
- "İnsanlar, elden geldiğince daraltılmış bir ahlâklılık alanının sınırlarını aşmamalı, gönüllerinin istediğini yapamamanın erdemine inanmalı. Ancak böyle sıkışmakla düşmanlarını, içlerindeki kurtları görüp tanırlar, onlara karşı gerçekten savaşırlar..."
- Hep yarım işler, yarım bir yaşam; vara vara vardığım sonuçlar, bunlar...