- Yanınızdaki (önünüzdeki, karşınızdaki) adamın, iriliği (boyu, posu, eni) oranında bir gömüt gerektireceğini, bu kıyımı ölçüsünde toprakaltı canlıları besleyeceğini, anasının babasının doğumundan başlayarak gösterdikleri sevgi, ilgi, çaba ile bu gövdeyi besleyip büyütmesinin, daha sonra, bu gövdeyi taşıyanın yaşamayı beslenme, yeyip içme diye tasarladığı ölçüde, boğuşa, uğraşa, didine karnını doyurmasının kim bilir, buna "gönlünü doyurmasının" demek belki çok daha doğru olur, gerçekte, ölümünü özene bezene hazırlamak olduğunu düşünmüş müsünüzdür? Kendi hakkından başka belki bir belki iki kişinin rızkını yiyerek, başına büsbütün üşüşülecek, iştah kabartacak solucanları, kurtları, böcekleri düşünüyorum elbette şu anda, bir ölü, kendisini gömütlüğe taşıyacak olanları büsbütün terletecek, yoracak, görkemli bir ölü, ağırlıklı bir ölü haline gelmek için uğraştığını düşünmüş müsünüzdür? Bilmiyorum. Ama ben, bu dediklerimi, gördüğüm her besili insan karşısında, her gün düşünürüm.
- Ölümü kurmaksızın yaşamı kurmanın olanaksızlığını duymak, özellikle duymak, hastalık belirtisi sayılsın varsın; nasıl olsa, ne yaparsak yapalım, ölüme hazırlandığımıza göre, bir yaşam dengesi tasarlayabilmek pek çılgınca bir şey olmasa gerek.
- Çelik, çınar, dağ, taş... Özlediğimiz sağlamlık örneklerini madenler, bitkiler dünyasında, doğanın dayanıp süregelmiş biçimleriyle insanın biçimlediği doğada aradık, bulduk. İnsanın dünyada bulduklarıyla yapabildiklerinde. Ama insanın kendi hep zayıf, güçsüz, cılız bir yaratık gibi göründü gözümüze. Öyle olmasa, ne diye şu gibi, bu gibi sağlam, dayanıklı, sert olması gerektiğini söyleyelim; ne diye buna inanalım, inandıralım? İnsan kendinden çok yaptıklarına, hazır buldukları yardımıyla yarattıklarına güvenmiş olsa gerek.
- Bir uzmandım ben, o her şeyi yapar görünen kişinin ardındaki yaptırıcı; kararları verdiren, düşünceleri düzene sokan, işlenecek düşünceleri, kullanılacak sözleri bulup çıkaran kişi... Pek az kimse bilir bunun ne demek olduğunu. Perdenin önünü tek dünya sanır çoğu insan. Oysa perdenin ardında, ipleri elinde tutanların dünyasını bilenler, yalnız, ipleri elinde tutanlardır.
- Şaşarım hep. Öldürmenin, acı çektirmenin, ezmenin kötülüğünden söz eder insanlar. Kendilerini ezen, ezmeye kalkan kimseler hiç mi çıkmamıştır bunların karşısına? Kimseden alınan öçleri yok mudur? Uzattıkları eli sıkmayan, vermek istediklerini tepen, geri çeviren birileri olmamış mıdır hiç? Gönüllerinde yatanı herkese kabul ettirmek istedikleri olmaz mı? Dünyaya kendi gönüllerindeki, kafalarındaki düzeni bir damga basar gibi kazımayı, nasıl istemezler? Nasıl anlamazlar ki bunun tek çıkar yolu, gerekirse öldürmek, öldürmek herhangi bir nedenle elverişli görünmüyorsa acı vererek, ezerek, isteneni koparmaktır. Aldatmaktır, yalan söylemektir... Nasıl anlamazlar bunu?...
Bu iş nereye kadar sürer? Herhalde yalnız kalıncaya dek. Bütün aynalarda kendinizi görünceye dek, herkesin gözü sizin aynanız oluncaya dek... Daha doğrusu, önlerine durmasanız da aynaların hepsi sizi gösterinceye dek; gönüllerinde olmasanız bile insanların gözleri sizden duyduğu korkuyu yansıtmaktan başka bir işe yaramaz oluncaya dek... Her şey, eninde sonunda, onu anlatanın (yani onu başkalarınca da özümlenir kılanın), o tek kişinin, o tek usun gördüğü, düşlediği, düşündüğü değil midir? Her şey gelip buna dayanmaz mı?
Herkesi aldatmış, aldatmayı iş edinmiş bile olsak, kendimizi aldatmamak gerekmez mi? - Ne yaparsak yapalım, gerçeklikte olup bitenler bizim her türlü düşümüzü, düşlememizi, yapıntımızı fersah fersah geride bırakıyor. Ne ki, biz artık ölenlerden, yitenlerden, kanlı peltelere çevrilenlerden yana değil, öldürenlerden, alıp götürüverenlerden, dövüp dağıtanlardan yana düşünüp yaşar hale geldiğimiz için, ne uydursak bu işleri gerçekten yapanların yanında yaya kalıyoruz. Öldürülen, yiten, dağıtılan olarak herhangi bir korunma, savunma, karşı koyma kaygısı içimizden geçmiyor. Böyle bir şey düşümüze girecek olsa uyanıyoruz.
- Düşündüğüm bir şey daha var: Sevmenin simgesel olarak da, gerçek olarak da yemekten başka bir anlama gelmediği...
- Deniz, her acıyı boğan ölüm gücünü, her gücün üstünde görür gibidir çünkü; enginliği ölçüsünde, güçlülüğü -gördüğü yerde- tanır.
- Derler ki Yengeçler, düşünceleriyle değil, davranışlarıyla bezdirir, soğutur insanları kendilerinden, uzaklaştırır. Kendilerine duydukları güvensizliği efelikle örtmeye kalkarlar. Oysa niye güven duymasınlar? Hiç değilse görünüşte -ama görünüşte, yalnız görünüşte... Eninde sonunda, kabuklarının kalınlığı bir şeye yarasa gerek- hiçbir neden düşünülemez buna.
- Nermi Uygur, "Canına kıyma yoluna gitmek, kendini kapalı bir dizgenin tutsağı kılmaktır." diyordu bir gün; konuşuyorduk... "Oysa yaşamak, dizgeyi ya da dizgeleri her zaman açık bırakmak, değişikliğe hazır tutmak demek..." Bilmem, kişi, yaşamla birlikte, açık dizgeyi de reddedemez mi? Pişmanlığın, açıklığın, özgürlüğün ötesine geçemez mi, özgürlüğü ortadan kaldıran bu sonul, dönülmez davranışla?