- Hangi ayna kendimizi gösterecektir bize? Sürekli bir yürüyüş içinde gibiyiz, bir lunaparkın eciş bücüş görüntü veren aynaları arasında.
- Ben her şeyin (ardında değişik, başka) bir şey gizlediği bir dünya yaratmaya çalıştıkça, herkese dünyanın öyle olması gerektiğini anlatmaya, herkesi buna inandırmaya çalıştıkça o, insanların da, eylemlerin de, ancak gerçek yüzleriyle görünmesi gerekiğini savunuyor. Ne var ki, insanlar, ancak gizliden, gerçek yüzü bilinmeyenden korkar daha çok. İnsanlar, korkmalı üstelik.
- İnsanlar, elden geldiğince daraltılmış bir ahlaklılık alanının sınırlarını aşmamalı, gönüllerinin istediğini yapamamanın erdemine inanmalı. Ancak böyle sıkışmakla düşmanlarını, içlerindeki kurtları görüp tanırlar, onlara karşı gerçekten savaşırlar.
- Ağrılar, acılar karşısında, herkes, herkesin, kendi gibi tepki göstermesini bekler; daha doğrusu kendi tepkisinden başka türlü bir tepki olabileceğini, gösterebileceğini değil usuna sığdırmak, o usun kıyıcığından bile geçirmez. Bunun içindir ki acılar, ağrılar, fiziksel öznelliklerinin ötesinde de paylaşılamaz. Kıskançlığımızı, benzemezliğimizi, indirgenmezliğimizi en çok bu alanda gösterir, savunur; insanları, belki de, en çok bu alanda küçümseriz. Karşımızdakinin tıpatıp aynı acıyı, aynı ağrıyı çektiği bir aygıtla saptanıp gösterilse, bu davranışımız, bu tutumumuz değişir mi? Sanmam. O aygıta inanmamayı yeğleriz herhalde.
- Gazete okurken, birileriyle konuşurken, anlatılan, iletilen acılar, kötülükler, cinayetler karşısında, ölümler, kıyımlar, kırımlar karşısında içi oynaması gerektiğini duyduğu halde gönlünden herhangi bir kıpırtı, herhangi bir ürperti geçmeyenler vardır: Bundan ötürü kaygı duyarlar. Kimi ise, herhangi bir şey duyması gerektiğini de düşünmez, herhangi bir şey de duymaz; bundan ötürü kaygılanmaz; kaygılanmayı anlayamaz... Taş yürekli falan değildir bu insanlar; imgeleme güçleri, kendi dertlerinden, acılarından, gözle görüp elle dokunabildiklerinden ötesine erişmemektedir, o kadar. Aynı kişiler, ağlayan bir çocuğun resmi karşısında, sıradan bir film, bir öykü, bir oyun karşısında içlenir, üzülür, ağlar. İmgeleme güçleri, ancak, bir türk somutluk karşısında canlanır, kıpırdar.
- Yanınızdaki (önünüzdeki, karşınızdaki) adamın, iriliği (boyu, posu, eni) oranında bir gömüt gerektireceğini, bu kıyımı ölçüsünde toprakaltı canlıları besleyeceğini, anasının babasının doğumundan başlayarak gösterdikleri sevgi, ilgi, çaba ile bu gövdeyi besleyip büyütmesinin, daha sonra, bu gövdeyi taşıyanın yaşamayı beslenme, yeyip içme diye tasarladığı ölçüde, boğuşa, uğraşa, didine karnını doyurmasının kim bilir, buna "gönlünü doyurmasının" demek belki çok daha doğru olur, gerçekte, ölümünü özene bezene hazırlamak olduğunu düşünmüş müsünüzdür? Kendi hakkından başka belki bir belki iki kişinin rızkını yiyerek, başına büsbütün üşüşülecek, iştah kabartacak solucanları, kurtları, böcekleri düşünüyorum elbette şu anda, bir ölü, kendisini gömütlüğe taşıyacak olanları büsbütün terletecek, yoracak, görkemli bir ölü, ağırlıklı bir ölü haline gelmek için uğraştığını düşünmüş müsünüzdür? Bilmiyorum. Ama ben, bu dediklerimi, gördüğüm her besili insan karşısında, her gün düşünürüm.
- Ölümü kurmaksızın yaşamı kurmanın olanaksızlığını duymak, özellikle duymak, hastalık belirtisi sayılsın varsın; nasıl olsa, ne yaparsak yapalım, ölüme hazırlandığımıza göre, bir yaşam dengesi tasarlayabilmek pek çılgınca bir şey olmasa gerek.
- Çelik, çınar, dağ, taş... Özlediğimiz sağlamlık örneklerini madenler, bitkiler dünyasında, doğanın dayanıp süregelmiş biçimleriyle insanın biçimlediği doğada aradık, bulduk. İnsanın dünyada bulduklarıyla yapabildiklerinde. Ama insanın kendi hep zayıf, güçsüz, cılız bir yaratık gibi göründü gözümüze. Öyle olmasa, ne diye şu gibi, bu gibi sağlam, dayanıklı, sert olması gerektiğini söyleyelim; ne diye buna inanalım, inandıralım? İnsan kendinden çok yaptıklarına, hazır buldukları yardımıyla yarattıklarına güvenmiş olsa gerek.
- Bir uzmandım ben, o her şeyi yapar görünen kişinin ardındaki yaptırıcı; kararları verdiren, düşünceleri düzene sokan, işlenecek düşünceleri, kullanılacak sözleri bulup çıkaran kişi... Pek az kimse bilir bunun ne demek olduğunu. Perdenin önünü tek dünya sanır çoğu insan. Oysa perdenin ardında, ipleri elinde tutanların dünyasını bilenler, yalnız, ipleri elinde tutanlardır.
- Şaşarım hep. Öldürmenin, acı çektirmenin, ezmenin kötülüğünden söz eder insanlar. Kendilerini ezen, ezmeye kalkan kimseler hiç mi çıkmamıştır bunların karşısına? Kimseden alınan öçleri yok mudur? Uzattıkları eli sıkmayan, vermek istediklerini tepen, geri çeviren birileri olmamış mıdır hiç? Gönüllerinde yatanı herkese kabul ettirmek istedikleri olmaz mı? Dünyaya kendi gönüllerindeki, kafalarındaki düzeni bir damga basar gibi kazımayı, nasıl istemezler? Nasıl anlamazlar ki bunun tek çıkar yolu, gerekirse öldürmek, öldürmek herhangi bir nedenle elverişli görünmüyorsa acı vererek, ezerek, isteneni koparmaktır. Aldatmaktır, yalan söylemektir... Nasıl anlamazlar bunu?...
Bu iş nereye kadar sürer? Herhalde yalnız kalıncaya dek. Bütün aynalarda kendinizi görünceye dek, herkesin gözü sizin aynanız oluncaya dek... Daha doğrusu, önlerine durmasanız da aynaların hepsi sizi gösterinceye dek; gönüllerinde olmasanız bile insanların gözleri sizden duyduğu korkuyu yansıtmaktan başka bir işe yaramaz oluncaya dek... Her şey, eninde sonunda, onu anlatanın (yani onu başkalarınca da özümlenir kılanın), o tek kişinin, o tek usun gördüğü, düşlediği, düşündüğü değil midir? Her şey gelip buna dayanmaz mı?
Herkesi aldatmış, aldatmayı iş edinmiş bile olsak, kendimizi aldatmamak gerekmez mi?