- Kitabı, metni elimizden bırakırken, gündelik yaşama dönerken nasıl kitabı da artık içimizde taşıyorsak, durmadan artan geçmişimin batmış ya da yüzer bütün anılarıyla birlikte, tümümle, ancak bir an'ı bir an'a ulayarak "şimdi"yi sürekli biçimde yaşamaya mı çalışıyorum? Böyle bir yaşam gerçekleştirilebilir mi?
- Nesneleşme, nesnelleşme; savaşların türlüsü; bir aynanın önünden kuşaklann art arda geçebileceği, eninde sonunda o aynada yansıyanın, biribirine bağlanan ölümlerle dirimlerden başka bir şey olmayacağı...
- Ömrümüzün en güzel yıllan diye bir şey yoktur gerçekte. Bir yığın küçük büyük sevinçle bir yığın büyük küçük acının bir araya gelerek yaptığı bir bileşime yıllar geçip bedenimizin gücü azaldıkça, zihin gücümüz genişlemiş gibi göründükçe, büyük işler yaptığımız, büyük mutluluklar yaşadığımız yanılsamasına kapılırız, o kadar...
- Herkes çocukluğunda bir Beyoğlu tanımış, orta yaşına doğru o Beyoğlu'nun yıkılıp göçtüğünü görmüş, orta yaşıyla biraz ötesinde yeni bir Beyoğlu tanımak zorunda kalmıştır.
- "Gençliğim" dediği, güzel, tatlı birtakım duyguların, anıların başka her şeyi bastıran, örten, silik izleriydi, leke leke, solmuş renkleri, sesleriydi.
- "Gençliğim" dediği, güzel, tatlı birtakım duyguların, anıların başka her şeyi bastıran, örten, silik izleriydi, leke leke, solmuş renkleri, sesleriydi.
- Yüzleşme...
Her kitap, bir çekirdeğe ulaşma çabasıyla başlar sanıyorum. Henüz, etinin dokusu bilinmeyen, tadına bakılmamış bir düş yemişinin, henüz olmayan, oluşmamış yüzeyinden -rengi bile görülmeyen yüzeyinden- içeri bir toplu iğneyle girer gibisinizdir. Sert kabuğunu delip, delinmeyeceğini umduğunuz, size karşı koyacak güçte olmasını beklediğiniz bir çekirdeğe ulaşasıya.
Çekirdeğin içi, toprağa düştüğünde hiç bilmediğiniz bir bitkiyi, bir ağacı doğurup büyütecek o çekirdek içi, sizin kaygılarınızın dışında kalır. Siz ancak bir sapın ucunda o çekirdeğin ilk düğümü çevresinde oluşacak etin yapıcısı olacaksınız. Çekirdeği bulduktan sonra, sabırla, kat kat et, tat, renk giydireceksiniz o çekirdeğe. Öyle ki kitabınız bittiğinde artık -hiç değilse sizin açınızdan- tadı, dokusu, rengi bilinen bir yemiş tutarsınız elinizde. Sonra da o yemişi atarsınız ortaya, ısıracak, gagalayacak, kemirecek birileri çıkar diye umarak.
Her kitap, sanırım, kör, kısa bir inişle uzun, zahmetli, çekirdeğin çevresinde dönenip harfe harf, sözcüğe sözcük, katmana katman katan, çekirdekten uzaklaştıkça anlam yüklenen bir çıkışın öyküsüdür. Bir yokluk içindeki yolun bittiği yerden geriye dönerek o yolu uydurmaktır.
Yüzleşme, yüz yüze gelme... Neyle? Kiminle? - Anılar, belli bir düzenin sağladığı anlamları taşıyabilir ancak. Notalar gibi: Anahtarı yazılmadıkça birtakım benekler olarak kalan...
- Ağrıları, düşleri, anıları, bir ölçüde de olsa iletilebilir kılmak çabası, bir noktadan sonra gülünç olabiliyor. Avutmak, ya da katılmak isteyenlerin anlama çabası, ne kadar büyük olursa olsun, iletilemeyen, belki de baştan -iletilemeyeceğine erdiğimiz için-iletilmek
istenmeyen bir anlamın suruna çarpar. Ağrılar tek kalıplı, düşler akışkandır. Olsa olsa anıların, paylaşılabilir noktalarına dayanarak, anlaşılmaz olmaktan sıyrıldığını görebilmişizdir. İşin püf noktası, paylaşılabilir görüneni öne çıkarmak, sezilebilir görünene -belli etmeden- bütün gücüyle dayanmak, gerisini de kendimize göre getirmek; yani, bildiğimiz, istediğimiz düzeni kurarak. - Ölüye, ölecek olana bakan kişinin baş döndürücü üstünlüğünü, diri olmanın üstünlüğünü duyması. Bu üstünlük, kişiliğin ötesindeki bir üstünlük, öleceğini bilen, ölmek istemeyen, bir şeylere tutunmak
umuda, yakınlarının eline, gözüne, sözüne, yatak çarşafına, parmaklarını kanatan taşlara, tırnaklarını kıran asfalta tutunmak tutunmak dileyen insanı bir nesne, bir böcek bile değil, bir nesne haline getiri verir.