- 1976 YALNlZLAR Erhan Bener Gordium'u (1956) 1960'ların sonunda okuduğumu hatırlıyorum. Kapaktaki resim, Dost Yayınevi'nin verimlerini yıllar yılı inceliklerle bezemiş Güngör Kabakçıoğlu'nun bir çalışması. Gordium handiyse çıldırtıcı bir iç karanlığının romanı. Bülent Ecevit arka kapağa şunları yazmış: "Yaşanmakta ve yaşanmış olanı bir arada kavrayan, kahramanlarının iç hayatını hal ve mazisiyle bir bütün olarak deşen, ustaca yazılmış, sağlam kuruluşlu bir roman... Yalnızların önemli bir özelliği, ayrıntıların dile getirilişindeki ustalığı, titizliğidir. Bir ayrıntı zenginliğiyle sürüp giden eser; tek tek her ayrıntıyı romanın bütünüyle kaynaştıran, her ayrıntıya adeta 'ruh üfleyen' bir yazarın emeğini belgeler.
- 1978 DENİZ KÜSTÜ Yaşar Kemal Deniz Küstü cinayetle başlar, Menekşe'de bir kahvede. Sonra geriye dönüşlerle İstanbul kentinin denizlerle, dört bir yanını kuşatmış o bereketli denizleriyle ilişkisine geçer. 'Hızlı' bir roman girişi gibi alımlanabilecek 'cinayet', aslında İstanbul'un yeni yaşamasına ürkünç bir göndermedir. Roman boyunca cinayetler, birbirini yok etmeler art arda çoğalacaktır. Hepsi İstanbul'a dışardan gelme roman kişileri birbirlerine yakınken, bu kent onları birbirlerine düşman kılmıştır; 'öldürme' izleği, Deniz Küstü'nün sonlarına doğru cinnet noktasına ulaşır. . . . Koşarcasına, sağlıcakla kal demeden, oradan ayrıldı Zeynel, Aksaray geçidinin altından geçip kıyıya, Yenikapı'ya indi, deniz usuldan dalgalanıyordu. Çakılların üstüne oturdu. Yağmur daha bütün hışmıyla veriştiriyordu. Karşıda adalar ışıklarını yakmışlar, denize salmışlardı.
- 1980 ÇOCUKLUĞUN SOĞUK GECELERİ Tezer Özlü Çocukluğun Soğuk Geceleri benim için daha adından başlayarak acılardan, hatta travmalardan geçmiş çocuklukların, gücünü, etkileyişini arınmışlıktan, gizlisiz saklısız tutumundan alan romanı. Leyla Erbil şöyle yorumluyor: "En önemli yanı da, sanırım, yazarlığın seçkin bir durum olduğunu yadsımasından; okurla yazar arasında her vakit var olan o engeli aşmasından ve sadece yazarının bileceği bir gizle yüreği değiştirmesinden doğuyor."
- 1980 DANABURNU Oktay Rifat Danaburnu'ndan söz açarken, "Romanın başlıca özelliği, bence, bir imgelem ürünü olmasıdır" diyor Oktay Rifat. Stendhal'in Kırmızı ve Siyah'ını örnek gösteriyor: Kırmızı ve Siyah yaşanmış bir olaydan esinli, ama "iki satırlık" bir olay, Stendhal'in "imgelem gücü"yle "koca" bir romana dönüşmüş. Bu kısa yazıda Danaburnu'nun da bir gazete haberinden yola çıkılarak kaleme getirildiğini öğreniriz. Anılan, bir cinayet haberidir. Yazar, yıllar önce okuduğu haberi, çıkış noktası aldığını belirtir; gerisi tümüyle "uydurma"dır...
- 1980 DÖNEMEÇTE Tarık Buğra Taşra, kasaba dünyası birçok romanda ölgünlükleriyle çizilmişken, Dönemeçte, içten içe kaynaşmalı, alevii bir ortamı betimler. Taşra insanı bu romanda, alışılagelmişin dışında, tuhaf bir hareketlilik içindedir ve memleketin kaderinde rol oynamaya çalışmaktadır. Dönem, tek partili rejimden çok partili rejime geçiş süreci. Tarık Buğra'nın roman kişileri Demokrat Parti'nin yandaşları. 'Tek parti'nin yönetiminden bıkkın bu kişiler gerçekten çok partili, demokratik bir düzeni mi gereksiniyorlar, yoksa, kendi çıkarları, kazançları, hırsları uğruna mı çalışmaktalar, yazar inceden inceye, özgün gözlemler, çözümlemeler çerçevesinde değerlendirir. Tek partili dönemin buyurgan tutumuyla yeni dönemin vaat ettikleri Dönemeçte'de art arda dile getirilir. Romancı, muhafazakar tutumuna rağmen, geleceğin düzeninden pek umutlu olmadığını sezdirir. İnci Enginün, Tarık Buğra için, "Kendi halinde durmuş, sakin yaşayan kasaba hayatında siyasi havanın rüzgarını en iyi yansıtan yazarlardan biridir" diyor. Dönemeçte'nin ana izleği "siyasi havanın rüzgarı"dır. Yine Enginün'ün saptamasıyla, "İnsanlar değişme rüzgarıyla sarhoş, kendi çıkarlarını da bu sırada yakalama sevdasındadırlar." Tekdüzelik, bezginlik taşrası yerine, içten pazarlıklı, gizliden gizliye fokurdayıp duran taşrayı aniatmasıyla Dönemeçte önemini bugün de koruyor.
- 1980 FENA HALDE LEMAN Attilâ İlhan Fena Halde Leman edebiyatımızda eşsiz 'yalnızlık' romanıdır. Eserin bütün kişileri, cinsel tabuların ve çifte ahiakın boyunduruğunda kendilerini birbirlerinden gizleyerek yanlış anlamalara yol açarlar ve yapayalnız kalırlar. Başta Leman, eşcinsel eğilimlerine karşın, eşi "Kermo"ya 'mükemmel' bir kadın gibi görünmek istemekte; Demokrat Parti "mebus"u Kermo, Leman'da eşcinsel bir kadını sevmeye çalışmaktadır... İşin içine böylesi cinsel karmaşalar girince, Attilâ İlhan'ın romanı elbette yadırganacaktı. Füsun Akatlı şöyle saptıyor: "Romanımızdaki çeşitli yönsemelere ilgi duyan, on sekiz yaşından büyük bütün okurlara da, tabu sanılan bir korkuluğu yıkınakla belki yazınımızda yeni izleksel kanallar açacak olan bu romanı okumalarını salık veririm." Aynı sancılarla yaşamış Leman Korkut, kendisini aşkla sevmiş ama cinsel isteklerinden daima 'örtünmüş' kocasının yokluğunu büsbütün hisseder. İkinci Dünya Savaşı Paris'inden, Demokrat Parti yılları ve İzmir'den, ayrıca tasavvuf dünyasının gönül eğitiminden derin izdüşümlerle yüklü Fena Halde Leman, bence, Attila İlhan'ın roman alanındaki başyapıtıdır. . . . (...) hayatta kimse kimseyi anlayamaz, kimse kimsenin yerini tutamaz, aşk dediğimiz, ya vahim bir yanlış anlaşılmadır, ya kötü bir hayal kurma tarzı: iki kişinin ikisi de, öbürünün yerine hayal kurmaya kalkıştığından, sukutu hayaller eksik olmaz! Sen dediğime kulak ver, kendimizden başkasını sevemiyoruz; sevdiğimiz, şahsiyetimizin dışlaştırılmış, bir başkasının üzerinde somutlaştırılmış hayali; o başkası da kendisini üçüncü bir şahıs üzerinde dışlaştırır, somutlaştırır; arada ahenk kurulamaz, nasıl kurulsun, sevdiğimizle tanıdığımız farklı! Muvaffak bir çift, yalnızlığa tahammülü yüksek iki insan demek, beraber bile olamamış, kesişmesi bile zor!
- 1980 YAZSONU Adalet Ağaoğlu . . . Hepsi gitti. Evi bana bıraktılar. Ben kaldım; yaz bitti. Kumsalda ayak izleri. Çizdiğimiz çizgiler, yazdığımız yazılar, adlar... Çok geçmez, deniz, kumsaldaki ayak izleri üstüne yürür. Onları siler. Gece silinmemiş olması şaşırtıcı.
- Kötülüğü seziyordu küçük çocuk. Ölüm, çalınmayan bir uttu. Dirim, kılıçlarla çarpışmış kalkan derili bir kadının lohusa yatağında, güller içinde yeniden gelin olup beyaz gecelikler giymesiydi.
- Bu yalnızlıklar artık şifa bulmaz.
- Öyle kaç kereler herkesin derli toplu hayatında tek zenginliğin aykırılıklar, bu dünyanın düzenine isyan yoldan çıkışlar olduğunu düşünmüştüm.