- Bu sırada, mürekkep yalamış biri olarak, Masse araya girdi: -Ben sizin kahramanınızı anladım, dedi bana. Adı Erostrate. Tanınmış biri olmak istiyordu; bunun için Dünyanın Yedi Harikasından biri olan Efes Tapınağını yakmaktan başka bir şey bulamadı. -Ya tapınağı yapan mimarın adı neydi? -Pek hatırlamıyorum, diye itiraf etti, sanıyorum adı bilinmiyor. -Sahi mi? Erostrate'ın adını hatırlıyorsunuz ama? Görüyorsunuz ki pek de yanlış hesap yapmamış.
- Sözgelişi sözcükler; Bana ait sözcükler olsun isterdim. Ama kullandığım bu sözcükler, bilmiyorum kaç bilinçte sürüklendi. Sözcükler, başkalarında kazandıkları alışkanlık gereğince benim kafamda kendi kendilerine düzene giriyorlar ve size yazarken bu sözcükleri kullanırken tiksinti duyuyorum.
- Beni seviyor, barsaklarımı sevmiyor, bir cam kavanoz içinde ona apandisitimi gösterseler tanımazdı, her zaman beni mıncıklar durur, ama cam kavanozu eline verseler, hiçbir şey hissetmez, içindeki onunla ilgili bir şeydir diye düşünmez; insanın birini her şeyiyle, yemek borusuyla, karaciğeriyle, barsaklarıyla sevebilmesi gerekir.
- "Sırtım olmasın isterdim; ben onları görmediğim zaman insanların bana bir şeyler yapmalarından hoşlanmıyorum..."
- Sizi sürükleyen dalgadır, yaşam bu; ne yargılanabilir, ne anlaşılabilir, bırakın gitsin demekten başka yapacak bir şey yok.
- Felsefeyi bırakmadım, dedi Lucien. Bu yıl kitaplar okuyorum. Freud'u sözgelişi. Sırası gelmişken, diye ekledi, aklına gelmiş gibi, psikanaliz üzerine ne düşündüğünüzü sormak isterim? Şebek gülmeye başladı: Bir moda, dedi. Geçecek. Freud'da çok iyi bulduğunuz şeyleri daha önce Platon'da buluyorsunuz. Size diyeceğim şu ki, diye ekledi, soluk almadan, ben böyle şeylere kulak asmıyorum. Spinoza'yı okusanız daha iyi edersiniz.
- Niçin varım diye kendi kendime soruyorum? Oradaydı, yediği yemeği sindiriyor, esniyor, cama vuran yağmuru işitiyordu, kafasının içinde tiftiklenen bu beyaz sis vardı: Ya sonra? Varlığı bir rezaletti ve daha sonra üstüne alacağı sorumluluklar bu rezaleti doğrulamaya yetecekti. Her şey bir yana, dünyaya gelmeyi ben istemedim, dedi kendi kendine. Kendisine acır gibi bir hareket yaptı. Çocukluk kaygıları, uzun süren uyuşukluğu geldi aklına; bütün bunlar ona yeni bir günışığı altında gözüktüler. Aslında, yaşayışında, bu oylumlu ve yararsız armağandan sıkıntı duymayı bir yana atamamıştı; ne yapacağını, nereye koyacağını bilmeksizin kollarında taşımıştı onu. Zamanımı doğmuş olmama yazıklanmakla geçirdim.
- Henri buna bayılır,bunu hiç düşünmemiş olmalıdır,ama o benim arkama geçmekten başka bir şey düşünmez ve yalnızca kıçıma dokunmak için yaratıldığından eminim,çünkü bir kıçım olduğu için utançtan geberdiğimi biliyor,benim utanmam onu kışkırtıyor.
- "Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister."
- Güldü, gülmekten vazgeçti, çevresine baktı, kahve istasyon kokuyordu, tren kokuyordu, hastane kokuyordu, ''İmdat!'' diye bağırmak istedi. Yedi dakika. Hangisi gerçek isyan olurdu? Gitmek mi, gitmemek mi? Gidersem, başkalarına isyan etmiş olurum; gitmezsem isyanım kendime olur o zaman: Katmerli olur. Her şeyi hazırlamak, çalmak, sahte evrak satın almak, bütün bağları koparmak, yıkmak ve sonra, son dakikada, pffttt! Gitmiyorum, bonsoir! İkinci dereceden özgürlük, özgürlüğü reddeden özgürlük! Ona üç kala gidişini yazı-turaya vurmaya karar verdi.