- Bir an pantolonumu yokladım ve ıslak olduğunu hissettim.Terden mi yoksa sidikten mi ıslandığını bilmiyordum.Ama önlem almak için gittim kömür yığınının üstüne işedim.
- Böyle öleceğimi bilseydim tek parmağımı bile oynatmazdım.
- insanın birini her şeyiyle,yemek borusuyla,karaciğeriyle,bağırsaklarıyla sevebilmesi gerekir.Belki de insan onları alışmadığından sevmiyor;onları da ellerimiz ve kollarımız gibi görebilseydik belki de severdik. Öyleyse denizyıldızlarının bizden daha iyi sevişmesi gerekir;hava güneşli olunca kumsala yayılırlar,hava aldırmak için midelerini dışarı çıkartırlar ve herkes onları görebilir.
- Kız, lambaları yaktı; saat henüz iki ama hava karanlık olduğu için elindeki işi göremiyor. Tatlı ışık! İnsanlar evlerindedir şimdi; onlar da ışıklarını yakmışlardır. Bir şeyler okur, ara sıra pencereden gökyüzüne bakarlar. Onlar için... durum aynı değil. Onlar başka türlü yaşlanmışlardır. Babadan kalma eşyanın, armağanların arasında yaşayıp giderler; mobilyaların her biri birer anıdır. Asma saatler, madalyalar, portreler, deniz kabukları, kağıt tutacakları, paravanlar, şallar. Dolaplar şişelerle kumaşlarla, pılı pırtıyla, gazetelerle doludur. Her şeyi saklamışlardır. Geçmiş, mal sahibinin bir lüksüdür.
- Kendimi hem yorgun, hem de aşırı coşkulu hissediyordum. Sabaha karşı başımıza gelecek olanı, ölümü düşünmek istemiyordum. Bunun hiçbir anlamı yoktu, ya kelimeler ya da boşluktan başka bir şey değildi karşılaştığım. Başka bir şey düşünmeye kalktığımda, üzerime çevrilmiş tüfek namlularını görüyordum. Belki yirmi kereden fazla idam edilişimi yaşadım. Bir keresinde sahiden oldu sandım; bir dakika dalıp uyumuş olmalıyım. Beni duvara doğru götürüyorlardı, debelenip duruyordum ve beni bağışlamalarını istiyordum. Sıçrayarak uyandım ve Belçikalıya baktım. Uykumda bağırmış olmaktan korkuyordum. Ama o bıyığını buruyordu, bir şeyin farkında değildi.
- Mutluluk peşinde, kadınların peşinde, özgürlüğün peşinde koşmuştum, hem de nasıl. Niyeydi bütün bunlar? İspanya'yı kurtarmak istemiştim. Piy Margall'a hayrandım. Anarşist harekete katılmıştım. Toplantılarda konuşmuştum. Her şeyi ciddiye alıyordum; sanki ölümsüzmüşüm gibi.
- İçinde yaşadığım durumda elimi kolumu sallayarak evime gidebileceğimi, hayatımın bağışlandığını söyleselerdi, buz gibi ederdi bu beni. İnsan ölümsüz olma hayalini yitirince birkaç saat ya da birkaç yıl beklemek aynı şey. Bir şeye aldırmıyordum, bir anlamda sakindim. Ama bu korkunç bir sakinlikti; bedenimin yüzünden. Bedenim. Onun gözleriyle görüyordum, onu kulaklarıyla işitiyordum, ama bu artık ben değildim. Tek başına titriyor, tek başına terliyordu. Ben onu tanımıyordum artık. Ne olduğunu anlamak için ona dokunmalıydım, ona bakmalıydım, bir başkasının bedeni mi değil mi diye.
- Gris'i ele vermektense gebermeyi yeğ tutuyordum. Niçin? Artık Ramon Gris'i sevmiyordum. Ona olan dostluğum Concha'ya olan aşkımla, yaşamak tutkumla birlikte gün doğmadan az önce ölüp gitmişti. Kuşkusuz ona hep değer veriyordum, yiğit bir adamdı. Ama onun yerine ölmeyi kabul edişimin nedeni bu değildi; hayatı benimkinden daha değerli değildi. Hiçbir hayatın değeri yoktu. Tutup bir adamı duvara dayıyorlar, sonra da geberip gidene kadar üstüne ateş ediyorlardı. İster bu adam ben olayım, ister Gris olsun, ister bir başkası, hep aynıydı. İspanya söz konusu olunca, Gris'nin benden daha işe yarar bir insan olduğunu biliyordum, ama İspanya ve kargaşa vız geliyordu bana. Artık hiçbir şeyin önemi yoktu.
- Akşama doğru on kadar yeni tutukluyu avluya getirdiler. Fırıncı Garcia'yı tanıdım. Bana: -İşe bak! Seni hayatta bulacağımı düşünmüyordum, dedi. -Beni ölüme mahkûm etmişlerdi, dedim, sonra da fikirlerini değiştirdiler. Nedendir bilmiyorum. -Beni saat ikide tutukladılar, dedi Garcia. -Niçin? Garcia siyasetle ugraşmıyordu. -Bilmiyorum, dedi. Kendileri gibi düşünmeyen herkesi tutukladılar.
- İnsanlar; onlara yukarıdan bakmak gerek. Işığı söndürüp pencereye geçiyordum: Yukarıdan birisinin onları gözleyeceğini akıllarına bile getirmiyorlardı. Önden görünüşlerine dikkat ederler, bazı da arkadan görünüşlerine, ama bütün gösterileri bir yetmişlik seyirciler için hesaplanmıştır. Zaten kim kalkar da bir melon şapkanın altıncı kattan görünüşünü düşünür? Omuzlarını ve kafalarını canlı renkler, göz alıcı kumaşlarla savunmayı bir yana korlar. İnsanoğlunun bu büyük düşmanıyla savaşmayı bilmezler: Kuşbakışı görünüşle.