- Ara sıra, "Elimde kalan üçyüzbin frangı bir yılda harcasam daha iyi etmiş olmaz mıyım?" diye düşünüyorum.
Sonra ne olacak? Bana ne sağlayabilir bu?
Yeni elbiseler mi? Kadınlar mı? Yolculuklar mı?
Hepsini gördüm; bunlar bitti artık, sağlayacakları sonuç çekmiyor beni....
Bir yıl sonra, kendimi şimdiki kadar bomboş bulacağım; tek bir anım bile olmayacak, ölüm karşısında korkup duracağım. - Demokrat, bilim adamının yaptığı gibi tek insanı göremez, çünkü birey ona göre genel niteliklerin bir toplamından başka bir şey değildir. Bundan şu sonuç çıkar ki, demokratın savunması Yahudi'yi insan olarak kurtarırken Yahudi olarak batırır.
- Beaumrchais'nin bir cümlesine öykünerek şöyle denilebilirdi: Gerçek Fransız sayılmak için bir Yahudi'den istenen erdemlere bakılınca, insanın, acaba kaç Fransız kendi öz yurdunda Yahudi olmaya layıktır, diye soracağı geliyor.
- ... Onda en zavallı bir Hıristiyan'ın güvenci bile yoktur. Bu belki de Yahudi yazar Kafka'nın "Dava" adlı romanında anlatılan şeyin aynıdır: Tıpkı romanın kahramanı gibi Yahudi bitmek bilmez bir davanın çıkmazına düşmüştür. Yargıçlarını da avukatlarını da hemen hemen tanımaz, suçlamanın ne olduğunu anlamaz. O kendisini savunmak için kırk dereden su getirerek tanıtlarını (kanıtlarını) toplar, ama neye yarar! Bulduğu en su götürmez tanıtlar onu su götürmez suçunun bataklığına daha çok gömmekten başka bir şeye yaramaz. Dış durumu ne kerte parlak olsa bu bitmez dava onu durmadan kemirecek, özünü söyleyen yabancı insanlarca kenar semtlerinden birine götürülüp kurşuna dizilecektir.
- - Onlar dirilerden nasıl fark ediliyor?
- Çok basit: Diriler daima telaşlıdır. - İnsan bitmiş bir oyunu tekrarlayamıyor.
- Her şeyi ciddiye alıyordum; sanki ölümsüzmüşüm gibi.
- Beni seviyor; bağırsaklarımı sevmiyor, bir cam kavanoz içinde ona apandisitimi gösterseler tanımazdı, her zaman beni mıncıklar durur, ama cam kavanozu eline verseler, hiçbir şey hissetmez, içindeki "onunla ilgili" bir şeydir diye düşünmez; insanın birini her şeyiyle, yemek borusuyla, karaciğeriyle, bağırsaklarıyla sevebilmesi gerekir. Belki de insan onları alışmadığından sevmiyor; onları da ellerimiz ve kollarımız gibi görseydik belki de severdik.
- Laik Ahlak
1880 yılına doğru Fransız profesörleri bir laik ahlak kurmaya kalkmışlardı. Aşağı yukarı şöyle düşünüyorlardı: Tanrı pahalı ve yararsız bir varsayımdır. Bu varsayımdan kurtulmamız iyi olur ama bir ahlakın, bir toplumun, uygar bir dünyanın var olması için öteden beri varsayılan ve ciddiye alınan önsel bir takım değerlerin de var olması gerekir. Ancak bunlara dayanılarak kişinin karısını dövmemesi, yalan söylememesi, çocuk yetiştirmesi ve dürüst olması sağlanabilir. Ancak bunlara dayanılarak kişi zorlanabilir veya zorlanmalıdır. Kaldı ki Tanrı olmasa da bu değerler vardır. Nitekim yapacağımız küçük bir tartışma Tanrı olmasa da bu değerlerin var olduğunun anlaşılabilir bir evrende yaşandığını gösterecektir. - İki kent arasındayım, biri bilmiyor beni, öteki artık tanımıyor.