- Birden Murad Beğ durdu. Macar ölülerini göstererek:
- Şunlara bak Azap Beğ, dedi.
Azap Beğ tarihin unutamayacağı cevabı verdi:
- İçlerinde bir tane ak sakallı bulunsaydı bu hale düşmezlerdi! Aralarında bir tane yaşlı, ak sakallı kişi yok. Bu nice iştir?
Murad Beğ, evet der gibi başını salladı. - ''tiyatro bitti, beklemeye lüzum görmüyorum...''
- ''Râm ol bana, ruhun yeni bir âleme girsin...
Yazmış kaderin; Aşkıma ömrümce esirsin!
Aklınla, şuurunla, hayalinle bilirsin:
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın'' - Parlak bakışlı, ay yüzlü kız bir şey söylemedi. Gülümseyerek Burkay'a baktı. Bu bakışla onun aklını başından aldı. Yüreğini derde saldı. İçine od düştü. Yeryüzü gözüne karanlık oldu. Kıza şöyle dedi:
"Beni neden üzüyorsun?
Gözlerini süzüyorsun.
Kirpiklerin paralıyor.
Bakışların yaralıyor.
Rengin sanki çiçekten.
Bilmem hangi çiçekten?
İster darıl, ister kız.
Tek adını söyle kız!"
Parlak bakışlı, ay yüzlü kız gözlerini Burkay'ın gözlerine dikti. Kayalardan dökülen suların, kırlarda esen rüzgarın, ormanda öten kuşların sesinden daha güzel sesiyle şöyle dedi:
"Beşbalık'ta doğdumsa da Karluk kızıyım.
Nice erin yüreğinde saklı sızıyım.
Yüreğine od düştüyse zorlayıp söndür.
Bilen bilir; adım, sanım: Açığma-Kün'dür.
Ölmemeyi istiyorsan yaklaşma bana.
Belam çoktur, görünmeden dokunur şana..." - Ayşe Pusat, karşısındaki yaşlı kadına acıyarak, hatta istihfafla baktı ve kocasının, duruşma sırasındaki, "Acizleri, layık olmadıkları mevkilere geçiren bir devlet batar!" diye haykırmasını düşünerek ona hak verdi.
- Kocası, bir tartışmalarının sonunda melankolik bir tavırla: "Bana insanlardan mı bahsediyorsun?" demişti. "İnsanlar mazide tarihin yaprakları arasında kaldılar. Bu gördüklerin birer karikatürden başka bir şey değildir."
- - Sevginin niçin, olmaz ki efendim... Düşünsem belki makul bir sebep bulabilirim. Fakat bu hakiki sebep olmaz. Çünkü biz önce severiz. Sonra sevdiğimiz şeyin güzel taraflarını bulmaya çalışırız. Bu da hodbinliğimizden doğar efendim.
- O füsunkar ve güzel gözleri her kalbi deşen.
Öyle bir nazlı kızın aşkına düştüm ben ki...
Selim bunun arkasını hatırlamak istemedi. Nazlı kızlardan nefret ediyordu. Bütün kadınların ve kızların Ayşe gibi enerjik ve metin olmasını istiyordu. - Böyle yapayalnız, tabiatla başbaşa kalara düşünmek, duymak, yalnızşık... Fakat Selim yalnız olmadığını seziyordu. ona bir seslenen vardı. Ama nerden, nasıl? Bunları anlamak için etrafına bakınmaya lüzum görmüyordu. Hiçbir şeye aldırış etmemek alışkanlığını kazanmıştı. Gece iyice bastırırken rüzgarın en ahenkli çınladığı yerde, tahta bir kanepeye ilişti. Serin rüzgar, şefkatli bir ana gibi onu sarıyor, alnındaki harareti alıyor, yüzünü okşayarak herkesin anlayamayacağı bir dille teselliler sunuyordu. Pusat bu avutmalarla oyalanırken uzaklardan mı, rüzgardan mı geldiği belli olmayan seslenmeleri dinliyor, dinledikçe mest oluyordu:
Göğsünde vurup parçalanan kalbi, nihayet.
Bir saçları kan, gözleri keskin dişi çeldi.
Artık bitecek ruhunu sarsan bu şeamet.
Zira saçı kan sevgilinin ismi eceldi.
Selim ölüme susamış bir gönüllü gibi bu sesten haz duyarken birdenbire Ayşe'yi hatırlayarak dalgınlıpından uyandı ve kendisini bu kadar tatlı ve ilahi bir sesi duymaktan alıkoyan zevcesine karşı içibde derin bir iğbirar hissetti. Fakat iğbirarını çabuk unuttu. Ses o kadar yaından geliyordu ki başını çevirse sahibini göreceği muhakkaktı. Böyle olmakla beraber garip bir duyguyla başını çeviriyor, sesi dinliyordu. Bu ses esrarlı, ruha işleyici bir kadın sesiydi.
İçtib de ecel zehrini sen kendi elinle
Hala bu gönül hangi uzak gölgeyi bekler?
Bak, haykırıyor "Boştur ümitler" diye dinle,
Zulmette keder besleyen gamlı köpekler.
Selim ürperiyor, korkuya vebzer bir şey duyuyordu. Ömründe korku nedir bilmemiş olan Selim Pusat şimdi karanlıktaki meçhul, esrarlı kadından mı korkacaktı? Asla! Yüreğindeki duygu korku değil, zevkten ürperişe benzeyen garip bir şeydi. Kendisini ebedi karanlığa çağıran bu kadın sesini o, bir yerde daha duymuştu. Fakat şimdi nerde duyduğunu hatırlamak için zihnini yoramıyordu. Çünkü kendisini sesin güzel ahengine kaptırmıştı:
Bir dinle adem ülkesinin ruhunu: Yer yer
Davet ediyor bak seni binlercfe kucaklar...
Bir sır gibi, sevda gibi sessiz gezinenler
Bir gün seni otlarda uzanmış bulacaklar. - Bu fısıltı halindeki sesle gaşyoluyor ve titriyordu. Karanlıktaki kadın çok yakında, yanı başındaydı. Selim kendi yüreğinin atışıyla birlikte onun kalb çarpıntılarını da duyuyordu. Niçin başını çevirip bakmıyordu? Çünkü içinden gelen bir kuvvet böyle emrediyordu. Bu meçhul kadının sesi şimdi daha kuvvetli, daha ürpertici, daha esrarlı ve amirdi:
Kalbin benim olsun diyorum, çünkü mukadder.
Cismin sana yetmez mi? Çabuk kalbini sök, ver!
Yoktur öte alemde de kurtulmaya bir yer!
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın...
Selim birdenbire unutulmuş eski bir sevgiliyi hatırlar gibi oldu. Ses onun sesiydi. Enerjik bir zihin hamlesiyle eskiden az beya çok gönül yakınlığı duyduğu bütün sevgilileri aklından geçirdi. Bu ses onlardan hiçbirisinin değildi. Fakat tanıdığına o kadar emindi ki yanılmasına imkan yoktu. Hatırlamak istedikleri bir adı düşünen, bulamayan, dilinin ucuna kadar geldiği halde söyleyemeyen insanların sıkıntısı ile elini alnına götürdü. Evet, biliyordu... Bu sesi çok iyi biliyordu. Hatta işitmiş olduğu yeri de hatırlıyordu. Fakat içindeki garip bir duygu bu biliş ve hatırlayışın zamanını çok eski, inanılmayacak kadar eski zamanlara götürüyordu. Alnındaki eli yağmurla ıslanırken ses yeniden hitaba başladı:
Ram ol bana, ruhun yeni bir aleme girsin...
Yazmış kaderin: Aşkıma ömrünce esirsin.
Aklınla, şuurunla, hayalinle bilirsin:
Mutlak seveceksin beni, bundan kaçamazsın!