- Kırk kişi yaylarını yarı germiş oldukları halde sessiz adımlarla yürümeğe başladılar. Ne rüzgârı
işitiyor, ne de yağmuru duyuyorlardı. İşte on yıldır bekledikleri gün gelip çatmış, gözlerinde tüten
savaşın eşiğine varmışlardı. Türk budunu bu çılgınca saldırışla tutsaklıktan kurtulacak, Ötüken'de
atalarının kurduğu devleti yeniden yaşatacaklardı.
Yürüyorlardı...
Gönüllerinde tatlı öç duygusu, gözlerinde Türk Kağanlığı'nın hayali olduğu halde sessiz adımlar
atıyorlardı. Gözleri olmıyan Gök Börü bile, kimse kolundan tutmadığı, yol hakkında bir şey
bilmediği halde sessiz, fakat herkes kadar sağlam adımlarla yürüyordu.
Tarihin kırk meçhul kahramanı karanlıkta yürüyordu...
En önde Kür Şad, Bozkurt soyunun o od parçası oğlu vardı. Vazifesi olan Türk budununu kurtarmak,
fakat hakkı olan kağanlığı başkasına vermek için, ırkının şiir tarihine en güzel mısraı yazmak üzere,
gözler ilerde, el kirişte yürüyordu.
Onun arkasında Bögü Alp, Yamtar, Yağmur, Gök Börü, Ay Kutluk ve Emenbir sıra helinde
ilerliyorlardı. Bögü Alp, sağlam yapısının altındaki daha sağlam yüreğiyle, kulağında Kıraç Ata'nın
sözleri çınladığı halde yürüyor, Yamtar iri gövdesinin heybetine yakışan iri taş sağ koltuğunun
altında olduğu halde yürüyor; Yağmur göze ilk çarpan dolgun yanakları ve gülen gözleriyle yürüyor;
Gök Börü gözleriyle değil, Tanrı'nın gönlüne saldığı ışıkla görerek yürüyor; Ay Kutluk on yıl önceki
kılıç yarasının asilleştirdiği yüzü ile; Emen, Çinlilerin öldürdüğü dokuz kardeş, üç dayı, iki eçe ve
babasının öç diye haykıran sesleri kulağında olduğu halde yürüyordu.
Kırk kahraman yağmurun altında yürüyordu...
Kür Şad'ın yedi genç onbaşısı; kimi on beş, kimi on altı, kimi on yedi yaşında olan Sungur, Göktaş,
Barmaklak, Karabudak, Kızıl Buka, Çıgay Börü ve Tanrıvermiş üçüncü sırayı teşkil ediyordu.
Türk sırası ve Türk saygısı düzenince yürüyorlardı. Beğlerin ardında 29 er dizi halinde
yürüyorlardı. - Kırk bir kişi şimdi sarayın dış kapısına doğru yürüyordu. Ellerindeki kalın değnekler uzunda çıra
tutan nöbetçiler çevreyi aydınlatıyorlardı. Burada altı nöbetçi vardı. Kür Şad, arkasındakilere
işaret verdi. Kirişleri gerdiler. Sonra, Kür Şad'ın oku fırlar fırlamaz arkasından on ok daha uçtu.
Nöbetçiler yere serilmişti.
Yürüyorlardı. Çeriyi düşünmeden, arkaya bakmadan, gözler yalnız ileriye dikilmiş olduğu halde
yürüyorlardı. Büyük düğüne yaklaşıyorlardı. Düşürülen nöbetçiler birer peşrevden başka bir şey
değildi. - Kırış günü gelince
Gönül şöyle hoş olur.
Sözler kılıçla okundur,
Gayrı sözler boş olur.
Gönül nedir? Bir gonca...
Hayat dikendir onca.
Yaşamağa doyunca
Can, görünmez kuş olur.
Bozkurt bizim ünümüz;
Şan doludur dünümüz.
Erince son günümüz
Bütün dirlik düş olur.
Kırk kişiydi çerimiz,
Düşüp kaldı yarımız.
Baş koyacak yerimiz
Yağız yerde taş olur.
Kara Ozan, söz uzun...
Feryadı çok kopuzun.
Bir bir andıkça gözün
Kanlı kanlı yaş olur... - Artık yağıyı beklemekten başka yapılacak iş kalmıyordu. Zaten nal sesleri yaklaşıyordu. Kür Şad'ın
sert sesi "Atlan!" buyruğunu verdi. Dizginsiz atlara sıçradılar. Bir Gök Türk için atın dizginli olup
olmamasının değeri yoktu. Yazık ki sadaklarında ok kalmamıştı. Yoksa daha nicelerini canlarından
ayırır, belki de sular biraz durgunlaşıncaya kadar savaşabilirlerdi. Yağmur çok yavaşlamıştı. Şimdi
karşıdan gelen kalabalık yaklaşıyordu. Kür Şad kılıcını çekerek son buyruğunu verdi:
- Sonuna kadar!...
Bu son buyrukta bir veda âhengi vardı. On kişi kalmışlardı. Hepsi gönüllerinden gelen bir sesle
içlerinden "Sonuna kadar" diye tekrarladılar.
Kür Şad hiç söz etmeden gelenlere doğru at saldı. Dokuz arkadaşı da öyle yaptılar. Karanlıkta, at
üzerinde sert bir vuruşma başladı. Bu artık son çarpışma idi. - En sonra ölüm kızı onun eline bir sağrak sundu. Kür Şad bu acı sağrağı gözünü kırpmadan içti.
Atının yelesine kapandı. Başını dayadı. Sağ elinde kılıç hâlâ sımsıkı duruyor, sol eli sarkıyordu.
Kür Şad ölmüş, fakat attan düşmemişti.
Ölmüş, fakat yenilmemişti... - Ertesi sabah Kutluk Şad'la on yedi kişisi, Gök Türk devletini diriltmek için harekete geçmişlerdi.
Tonyukuk'un tavsiyesi ile ilk önce Çin karakollarından birine saldırıp bir başarı kazanmayı uygun
görüyorlardı. Bu başarı Türkler arasında duyulunca kendilerine katılanlar çoğalacak, birliğe doğru bir
adım atılacaktı. - Bilge Tonyukuk orduya döndü. Ormanda uğuldıyan gür sesiyle şöyle haykırdı:
- Türk çerisi! Bugün Gök Türk devletini yeniden kuruyoruz. Kutluk Şad kağanımız olup İlteriş
Kağan adını almıştır. Eskiden olduğu gibi yine Ötüken'e varacak, atalarımızın buyruğunda olan
bütün boylara baş eğdirecek, Çin'den haraç alacağız. Biz İlteriş Kağan'ın buyruğunda
savaştıkça azlık budun çoğalacak, yoksul budun bay olacak, Gök Türkler'in adı sanı yeryüzünü
kaplıyacaktır.
Kılıçlar havaya kalkmıştı. Yedi yüz kişi, devletin kuruluşu şerefine gürlüyorlardı. Davullar çalınıyor,
kımızlar içiliyor, bir ozan deyiş söylüyordu:
Çekildi mi kılıçlar
Türk'ün gönlü hoşlanır
Kağanlığı kurmağa
Yeni baştan başlanır.
Gözler ayda, güneşte;
İlteriş Kağan başta.
Yazlar geçer savaşta.
Ötüken'de kışlanır
İçelim kımızları...
Yosma Gök Türk kızları
Mestederken bizleri
Yavuzlar yavaşlanır. - Göz kamaşır, gelince
Ayla o kız yan yana.
Birisi göz ışıtır,
Birisi girer kana.
Ay mı güzel, o kız mı?
Bunu soran sorana.
Birbirinden parçadır
Gibi geliyor bana.
Ay bulutun bağrında
Kan sızan bir yaradır
Ay'ın bahtı karanlık,
Bulutunki karadır.
Ay bir kızdır, saçını
Gece suya taratır.
Tanrı bu yeryüzünde
Nice aylar yaratır.
Ayla o kız bir gece
Karşı dağa indiler.
Orda gönül denilen
Bir otağa girdiler.
Bulutlar yılkı oldu,
İki güzel bindiler.
Ay, kız oldu; kız da ay...
Birbirine sindiler.
Nice erler eriyor
O ay kızın yasından.
Esrik olur içenler
Gözlerinin tasından.
Gönülleri okşıyan
Ezgi akar sesinden.
O kız çarpar insanı,
Ayrı eder usundan... - Bir er, bir kızı sever de alamaz, bu yüzden çılgına dönerse kanındaki delilik burada yatışır. Ben Almıla
ile birlikte doludizgin buraya doğru at sürerken birden gür bir ışığın sallanmasıyla durmuştuk.
Karanlıkta bir ses: "Durun! İlerde ölüm var" diye bağırıyordu. Bizi uyaran ses Uçar Kam'ın sesiydi.
"Bize yol göster. Duramayız" diye cevap verdim. "Ardımdan gelebilirler" diye haykırdım.
"Ardınızda gelen yok. Emniyettesiniz" diye gönlümüzü ferahlatıp mağarasında konuk rtti. Altmış
yıl sonra geldiğim halde o günü hâlâ hatırlıyorum. Altmış yıl sonra... Altmış yıl dile kolay. Bu altmış
yıl nice erleri, yiğitleri toprak etti. Hepsi kayboldular. Kara Kağan, Işbara Alp, Kür Şad... Yamtar,
Saçar, Gök Börü, Üçoğul, Sülemiş, Arık Buka, Buğra, Karabudak... Hepsi öldü... Almıla.... O da öldü.
Yalnız ben kaldım. Ben, kocamış Binbaşı Pars... - Bilge Tonyukuk bu bilmeceyi gün doğarken çözdü. Geceleyin Çin duvarı üstündeki bir kulede biraz
uyuyup tan atarken kalktıktan sonra Kağan'dan gelen ulağa cevaplarını vermiş ve çerisini gözden
geçirmek üzere duvardan aşağı inmeğe davranmıştı ki bir dönemeçte birdenbire durdu. Yıkık bir
mazgalın dibinde, bir merdivenin ilk basamağına yakın bir yerde Yüzbaşı Karabuka yatıyordu. Yanında,
taşın çukurlaştığı yerde biriken kanı pıhtılaşmış ve bir eli kan birikintisi içinde kalmıştı. Geceleyin Çin
ölülerini toplıyan Gök Türkler bu loş yerdeki yüzbaşıyı görememişlerdi. Karabuka ölmüş, ölmeden önce
parmağını kanına batırarak duvarın temiz ve ak bir yerine şunları yazmıştı:
" Buyruğunu yerine getirdim. Ötüken'e selâm..."