- - Vezir Hazretleri! Dikkatsizlik ettiniz. Eliniz şanlı Kral Hazretlerinin yoğurt kabına girdi, diye
bir ihtarda bulundu. Nidiba alık alık bakınırken kral gülümsedi ve:
- "Zararı yok. Yoğurt cacık oldu" diye cevap verdi. - "Halk" denen bu yığının öküz sürüsünden farkı yoktur. Samanı görünce çobanın kavalını dinlemez" diye söyleniyordu.
- - Peki! O halde sıfır nedir?
- Mesela: sizin karşınızda ben!.. - Falih Rıfkı Atay zaten hazırlıklıydı. Cebinden bir kağıt çıkararak Şengül üniversitesinin profesörlerini saymaya başladı:
- "Profesör Behçet Kemal Çaplar edebiyat, folklor, şiir, tekerleme ve kömür mühendisliği kürsülerini dolduracak; bilhassa mevlût nevileri üzerinde serbest konferanslar verilecektir. Zonguldak Maden Okulunda ilk, Londra caddelerinde orta, Millet Meclisi koridorlarında da yüksek tahsilini yapmış işsiz bir profesördür. Her ay bir cilt şiir yazmaktadır. Profesör Hamit Ongunsu tarih derslerini okutacaktır. Bilhassa Girit tarihiyle Türk-Bizans işbirliği konuları üzerinde duracaktır. İstanbul Üniversitesinde yapılan törende yalnız onun konferansı Patrik Athenagoras Hazretlerinin hoşuna gitmişti. Pek değerli ve kitapsız bir ilim adamımızdır. Profesör Nihat Erim, devletler hukuku, hürriyet hukuku ve şal hukuku kürsülerini dolduracaktır. En demokrat ruhlu profesörlerimizdendir. Tek parti ile ideal demokrasi nasıl kurulur? Adlı bir eserle Kişmir Şalları ve Amerika'daki hürriyet heykeli adlı doktora tezinin müellifidir. Profesör Nadir Nadi, idare kürsüsünü dolduracaktır. Kendisi bu dersin bilhassa maslahat idaresi kısmında mütehassıstır. Profesör Metropolit Yakavos, İslam dini, fıkıh, tefsir ve hadis okutacak; böylelikle bizde şimdiye kadar ihmal edilmiş ve softalar elinde kalmış olan ilahiyat bilgisine yeni bir yön verecektir. Kendisi "Nurlu Ufuklar" adlı ölmez eserinde İsa'nın hem Allah, hem de Allah'ın oğlu olduğunu çürütülmez delillerle ispat etmiştir. Profesör Hamdullah Suphi, estetik, hitabet, Bursa çinileri, Rum ve Ermeni hukuku, Yahudi hukuku okutacak ve Patrikhanenin üniversite mümessilliğini yapacaktır. Athenagoras Hazretlerinin dostu ve akrabasıdır. Irkçılara karşı "çorba millet" teorisini müdafaa etmiştir. Profesör Moiz Tekinalp, ekonomik milliyetçilik kürsüsünde ilim tarihimize yeni ufuklar açacaktır. Kendisi her ne kadar Turan adlı bir kitabın müellifi ise de bunun bir mürettip yanlışı olduğunu, kitabın adı Tevrat olacakken eski harflerdeki karışıklık sebebiyle sondaki "te" harfinin bir noktasının düştüğünü, böylece "nun" haline geldiğini ve Turan okunduğunu ispat etmiştir. Profesör Halid Edip, Amerikan edebiyatı ve çocuklukta, gençlikte, olgunlukta, yaşlılıkta kaknemlikte kadın seksolojisi kürsülerini emsalsiz bir liyakatla dolduracak ve hepsi de kendi tecrübelerine dayanan eserlerini külliyat halinde neşredecektir. - Hasan Ali'nin yüzü değişti ve yüreği hızla çarpmaya başladı. Bu korku keleş diye tahkir olunmaktan değil, Şefin güvenini kaybetmiş olmak ihtimalinden doğuyordu Şef, onun yüzündeki değişikliğin farkındaydı. Gülümsedi:
- Ne oldu Sıfırım! Keleşliği beğenmedin mi? Keleş bizim halkın dilinde güzel demek değil mi? Bizim altı kazıktan, şey altı oktan birisi halkçılık olduğuna göre halkın ağzını kullanmaya mecbur değil miyiz? Siz hepiniz bütün Bakanlarım gayet yakışıklı adamlarsınız. Bu kadar yakışıklı olmak için şüphesiz anne ve babaların da güzel olması lazımdır. Şu halde hepiniz keleşoğlu keleşsiniz; öyle değil mi?" - Hasan Ali Yücel, yerine oturunca arkadaşlarına bakarak beklenmedik meseleyi açtı:
- "Bakan arkadaşlarım! Bugün burada bir meseleyi halletmek zorundayız. Tarihi çözmeye mecburuz. Soruyu açık oy ve gizli tasnifle yapacağız: Atatürk mü daha büyüktür, yoksa Beşeri Şef mi?"
Bakanlar bir an bakışarak şaşkınlık gösterdikten sonra toparlandılar. Başbakan Yardımcısı Ahmet Emin Yalman, meseleyi kökünden kesip attı:
- "Böyle bir meselenin halli zamanı çoktan gelmişti. Hatta biraz geç bile kaldık. Hiç şüphe yok ki, Beşeri Şef, Atatürk'ten daha büyüktür. Çünkü Atatürk sadece Yunanlıları yenmiş ve Dumlupınar Savaşını kazanmıştır. Buna bir kardeş kavgası diye de bakabiliriz. Halbuki Beşeri Şef, Ankara Ulus Meydanı Savaşında ırkçıları imha etti. Atilâ'nın, Çengiz'in, Timur'un, zalim Dördüncü Muradın torunları olan bu barbar Irkçılar, Türkçüler, Turancılar, Ankarayı bir ele geçirselerdi sonumuz ne olacaktı? İnsanlığın hali nereye varacaktı? Bunlar derhal Orta Asya'dan bir Kırgız getirip hakan yapacaklar, bugünkü medeni kisveyi kaldırıp kalpak ve çizme giyecekler, canım şampanya ve likörü yasak edip medeniyetin istirahat yerleri olan meyhaneleri kapatacaklar ve içki yerine ayranla kımız içecekler, medeni ve nazik çocuklarımızın beline kılıç takıp padişah türbelerinin önünde kaz adımıyla resmi geçitler yaptıracaklar, hemen Rusya'ya savaş açıp, Allah korusun, Sovyetler Birliği'ni ortadan kaldıracaklar, Beşeristan'ın en seçkin unsuru olan Yahudi vatandaşlarımızı İsrail'e gönderecekler, Athenagoras Hazretlerini mübarek sakalından Fener Patrikhanesine asacaklar, ruhun gıdası olan caz müziğini kaldırarak yerine kaba askeri marşları ve Zeybek havalarını koyacaklar, liselerimize disiplin sokarak çocuklarımızı sıkı bir istibdat ve işkence altına alacaklar, Fatih ve Yavuz gibi büyük kan içicilerinin heykellerini dikecekler, Beşeristan'ın adını Türkeli, İstanbul'un adını Mehmetkent yapacaklardı. Bunlar yetişmiyormuş gibi ırk ayrılığı yaparak Beşeristan'ı binbir parçaya böleceklerdi. Beşeri Şef bunlara karşı 1944'te kazandığı zaferle bütün Beşeristan'ı, hatta dünyayı, hatta kainatı yok olmaktan kurtarmıştır. Türkçüler iktidara geçseydi doymak bilmeyen iştahlarıyla herhalde balık neslini tüketeceklerdi. Şimdi soruyorum: Neticesi bu kadar keskin olan bir zaferi sağlayan Şeften daha büyük bir insan bulunabilir mi? Elbette bulunamaz!" - İsmet İnönü memnundu. Türklüğü ortadan kaldırıyor, soyadlarını Ruslarınkine benzeterek Rusları, isimlere "er" ve "di" harf-i tariflerini getirerek Almanları avlamış oluyordu. İngilizlerle Amerikalılar uzakta oldukları için onlardan fenalık gelemezdi. Maksat insanlığa hizmetti. İnsanlık arasındaki küçük bir azınlık olan Türkleri düşünecek değildi ya... İnsanlık Türklerden hoşlanmıyordu işte... İlle de Türklük yapacağız diye insanlığa karşı gelmek akılsızlık, tedbirsizlik olurdu. Patrik olmak lazımdı.
- - "Sizi unuttum mu sanıyorsunuz? Sizi anmadım mı?
- "Bizi değil, sadece kendini, kendi gururunu andın! Seni doğurarak bu millete görülmedik bir fenalık yapan anana, vekil diye seçtiğin maskaralar vasıtasıyla yalandan aşir okuturken bizim ruhumuzu sevindirmek için bir mevlüt okutmak aklına geldi mi? Memlekette Allah adını yasak ederken bizim Allah, Allah diye can verdiğimizi, en büyük hakkımız olan yaşamak hakkından vazgeçerken Tanrının ulu adını andığımızı düşündün mü? Sen buraya layık değilsin... Çekil... Git!..." - Müşir sağ eliyle İnönüyü göstererek askere hitap etti:
- Şu gördüğünüz adam, askerî talebeliğinde, zabitleri görsün diye seccadesini koridora atıp namaz kılan seciye!... İstemeye istemeye katıldığı İstiklâl Savaşının istismarcısı, İnönü Zaferinin hırsızı, Lozanda Türk mukaddesatının peşkeş çekicisi, Müslümanlık, Türklük ve Türkçülüğün düşmanı; Başvekilliğinde en feci zulüm ve suiistimallerin, Devlet reisliğinde de en korkunç istibdat ve yâran saltanatının merkezi ve nihayet muhalefetinden ebediyyen kendisi için kurulan muhalefet makamının meccani ve sahtekar lüpçüsü!... Sonunda meccânilik ve lüpçülüğün son basamağı olan "Z" vitamini sayesinde ölüme çare bulunacağını sanırken şimdi şerefli ölüler arasında kendisine yer arıyor! Yeri yoktur! - Gece buçuğundan sonra ay battı. Karangu (çok karanlık) ortalığa çöktü. Gönüllere de karanlık indi.
Çerilerin azı uyuyor, çoğu düşünüyordu. Bir Türk'ün ne düşündüğü yüzünden bilinmez ki.