- Bir kelime dolayısıyla yüzler hatırlıyordu, bazı hareketler hatırlıyordu, bir ses hatırlıyordu; bazen de hiçbir şey hatırlamıyordu.
- Çünkü hazlar, bir okul avlusunda öğrenciler gibi yüreğinin üzerinde öylesine tepinmişlerdi ki, artık hiçbir yeşillik bitmiyordu. Buradan gelip geçenler, çocuklardan da aptaldılar. Çocuklar kadar da olamıyor, duvara kazılmış bir ad bile bırakmıyorlardı.
- Biz bu kadar güçlü değiliz. Kendini beğendirme züppeleri değiliz; uygulayıcılarız, iyi edicileriz. Bizler, sapasağlam bir kimseyi ameliyat etmeyi düşünecek kimseler değiliz! Çarpık ayaklar düzeltilir mi? Bir kamburu dikleştirmek gibi bir şey bu!
- Emma zayıf olmanın tadını çıkarıyor, içindeki buyrultunun yıkılışını seyrediyor, bu yıkılışın Tanrı yolunda geniş bir geçit olacağını düşünüyordu.
- Bayağı sevgileri gizleyen şişirme sözlerin şişini indirmeliydi. Öyle düşünüyordu. Sanki ruhun dopdoluluğu bazen en boş benzetmelerden taşmazmış gibi. Oysa taşardı. Öyle ya, hiç kimse, hiçbir zaman gereksinmelerin görüşlerini, acılarını tam anlamıyla belirtemez.
- İyiliği gözlere sıçrıyor!
- Ona göre tiyatro, boş inançları taşlar, eğlence maskesi altında erdemi öğretirdi.
- Emektar, iyi barınaklardır bunlar. Kurtlanmış tahtadan balkonları kış gecelerinde yelden çatır çatır çatırdar. Gürültüyle, yiyeceklerle doludur. Kara kara masaları içkiyle karışık kahvelerden ve çaylardan yapış yapış olmuştur. Islak peçeteleri mavi şarap lekelerine batmıştır. Kent kılığına girmiş bir çiftlik uşağı gibi hep köy kokar, sokak üzerinde birer kahveleri, kıra bakan birer sebze bahçeleri vardır.
- Ah! Güzelliğinin tazeliği içinde, evliliğin pisliklerinden, evliliğe ihanetin düş kırıklıklarından önce, hayatını büyük sağlam bir yüreğin üzerine kurabilseydi. Erdem, sevgi, haz ve görev birleşecekti o zaman.
- Emma görülmedik bir gülümsemeyle gülümsedi: _ Ne diyeyim, diye kekeledi... Bilmem ki... Pekala, düşünürsün, görürüz, gece akıl getirir insana...