- Bulanır bir biçimde her şeyin üstünde dalgalanan kara bir havaya bürünmüş gibiydi dört taraf.
- Ne korkunç bir yıkım! diye haykırdı eczacı. Akla gelebilecek her durum için uygun bir deyimi vardı.
- Keşişlere özgü bir sertlik vardı yüzünde.
- ...eklem yerleri budak budak, uzun ellerini aşıyordu. Ambarların tozu, çamaşır sularının sodası, yapağıların yağı bunları öyle bir kabuklaştırmış, tiftikleştirmiş, sertleştirmişti ki, duru suda ovulup çalkalanmış olmalarına rağmen kirli görünüyorlardı.Kullanıla kullanıla aralık durmaya başlamışlardı, çekilmiş sayısız acıların gösterişsiz bir anısı gibi görünüyorlardı.
- Hayvanlarla düşüp kalka kalka, onların sessizliğine, durgunluğuna bürünmüştü. Hayatında ilk kez böyle bir kalabalık içine çıkıyordu. Bayraklardan, davullardan, karalar giymiş beylerden, şeref nişanından ürkmüş, ilerlemek mi, yoksa kaçmak mı gerektiğini, kalabalığın kendisini niçin ittiğini, jüri üyelerinin kendisine niçin gülümsediklerini bilmeden, kımıldamadan duruyordu. Yarım yüzyıllık kulluk, bu keyifli burjuvalar önünde böyle duruyordu.
- Bu demetler, bu çiçekler, bu çelenkler niçindi? Sürülmüş topraklarımıza sıcaklık saçan tropikal bir güneşin selleri altında, azgın bir denizin dalgalarını andıran bu kalabalık nereye koşuyordu?
- Yalnız kilisenin eksikliği dikkati çekti. Din adamları ilerlemeye bizden farklı bir anlam veriyorlar herhalde. Siz bilirsiniz, bay Loyolalar!
- Etrafta bir ekim sisi vardı. Zirvelerin kenar çizgilerinde buğular hakimdi.
- Öyleyse yaşasın soylu yürekli bilginler!
- Bırakın onu, bırakın! Sofuluğunuzla moralini bozuyorsunuz!