- Evet, ölüyorum, zira geçmişini denize dökülen su gibi görmek yaşamak mıdır, şimdiki zamanı bir kafes, geleceği bir kefen gibi görmek?
- Benim için her şey hala yaşıyor gibi. Yaprakların hışırtısını duyuyor ve görüyorum, elbisesini, en ufak kıvrırnına kadar görüyorum; sesinin tınısını işitiyorum, bir melek yanıbaşımda şarkı söylermiş gibi yumuşak ve duru ses, sizi sarhoş eden ve sizi aşktan öldüren, bir bedeni olan ses, o derece güzel, ve kelimelerinde bir büyü varmışçasına baştan çıkaran ...
- Kumsalda tek başınaydım. Tek başına. Beni düşünmüyordu.
- Aç gözlerini, zayıf ve kibir dolu insan, toz zerreciğinin üstüne güçlükle tırmanan zavallı karınca; kendi kendine özgür ve büyük olduğunu söylüyorsun, kendi kendine saygı duyuyorsun, hayatı süresince o kadar aşağılık olan sen, ve kuşkusuz alay etmek için, gelip geçen çürük bedenini selamlıyorsun. Ve sonra sanıyorsun ki, büyüklük adını verdiğin bir miktar gurur ve toplumunşun özü olan bu alçak çıkar arasında çalkalanan bu kadar güzel bir hayat, ölümsüzlükle taçlanacak. Sana ölümsüzlük mü; sen ki bir maymundan daha azgınsın, ve bir kaplandan daha kötüsün, ve bir yılandan daha sürüngensin? Haydi canım! Maymun için bir cennetyaratın bana, kaplan ve yılan için, hovardalık, gaddarlık, alçaklık için, bencillik için bir cennet, bu toz zerresi için bir ebediyet, bu hiçlik için ölümsüzlük. Özgür olmakla, iyilik ve kötülük adını verdiğin şeyleri yapabilmekle övünürsün, kuşkusuz daha hızlı mahkum edilmek için, zira sen iyi ne yapmayı bilirsin? Hareketlerinden biri bile var mı ki kibir tarafından yönlendirilmesin veya çıkar tarafından hesaplanmış olmasın?
- Ah! O benzersiz günlerden sadece bir tanesini ne çok isterdim! Hiçbir şeyi değiştirmeden içine girebilmeyi! Ne! Bunlardan hiçbiri geri gelmeyecek mi? Kalbimin ne kadar boş olduğunu hissediyorum, zira etrafımdaki bütün bu insanlar, içinde öldüğüm bir çöl yaratıyorlar. Kendisini sevdiğimden şüphelenmeden onunla konuştuğum ve umursamaz bakışının bir aşk huzmesi gibi kalbimin içine işlediği o uzun ve sıcak yaz akşamüstlerini hatırladım. Hakikaten de, onu sevdiğimi nasıl görebilirdi, zira o sıralar onu sevmiyordum ve size anlattığım her şeyde yalan söyledim; onu şimdi seviyordum, arzuluyordum; kumsalda, ormanda veya tarlalarda, yalnızken, onu kendim için canlandırıyordum, yanımda yürürken, benimle konuşurken, bana bakarken. Otların üstüne yattığım zaman, atların rüzgarla eğilmesine ve dalgaların kumu dövmesine bakarken onu düşünüyordum ve kalbimin içinde, onun hareket ettiği, konuştuğu bütün sahneleri yeniden kuruyordum. Bu anılar bir tutkuydu.
- Size daha birçok şey söylerdim, çok daha güzel ve daha tatlı şeyler, şayet aşkla, kendinden geçmeyle, pişmanlıkla ilgili hissettiğim her şeyi söyleyebilseydim ... Kalbin atışını kelimelerle söyleyebilir misiniz? Bir gözyaşını söyleyebilir ve gözleri melül bakışlara boğan o nemli kristali resmedebilir misiniz?
- İnsan, bilinmedik bir el tarafından sonsuzluğun içine atılan kum tanesi, uçurumun kenarındaki bütün dallara tutunmak isteyen, erdeme, aşka, bencilliğe, hırsa bağlanan ve daha iyi tutunmak için bütün bunları erdem sayan, Tanrı'ya yapışan ve her zaman zayıflayan, elleri bırakan ve düşen, zayıf ayaklı, zavallı böcek ...
- Ve bıkkınlık sardı beni; her şeyden şüphe etme noktasına geldim. Gençken, yaşlıydım; kalbimde kırışıklıklar vardı ve hala capcanlı, heyecan ve inançla dolu ihtiyarlar gördükçe acı acı kendime gülüyordum, bu kadar genç ve hayat, aşk şöhret, Tanrı, olan, olabilecek her şey hakkında hayallerini bu kadar kaybetmiş ben ...
- Bir mezar taşı gibi soğuk ve sakindim.
- Peki, bütün sefahatler, zihin, beden ve ruh sefahatleri tarafından piçleştirilmiş bu toplum ne zaman son bulacak?