- 1961 DURU GÖL İlhan Tarus İlhan Tarus'un bugün handiyse unutulmuş olması, bir zamanki amacıyla 'kitleye açılmak' istemiş yazarın tutumunu yeniden değerlendirmemizi de zorunlu kılıyor.
- 1961 ESİR ŞEHRİN MAHPUSU Kemal Tahir Kemal Tahir, belki kendi yaşamından da izdüşümlerle, Kamil Bey'in hapishane günlerini irdeler. İşlevsizliğe, yılgınlığa, çöküp gidişe çarçabuk bir sürükleniş olabilecekken, tutsaklık günlerinde Kâmil Bey direnmenin, ayakta kalmanın yollarını aranmakta, yenik düşmemeye çalışmaktadır... . . . İçinde yaşadıkları toplumla bir kez ayrı düşmüşler. Hayatımızı, insanlarımızı beğenmiyorlar. İstedikleri gibi değiştirmeye güçleri yetmiyor. Böylece bir boğuşmayı göze alamıyorlar. Üstelik yenilgi de çöktü. Geçmişe saklanıyorlar. Sembole saklanıyorlar.
- 1961 KAVAK YELLERİ Reşat Nuri Güntekin Yayınlanışının üzerinden bunca yıl, yarım yüzyılı aşkın zaman geçmiş olmasına rağmen, Kavak Yelleri'nin sönüklüğünü bugün de korumuş olması, romanda saptanan 'donmuşluk'la herhalde eşanlamlı. Eserin son cümlesinde, Sabri boş yere, "Ne idelim. Sağlık olsun!" demiyor...
- 1961 KORSAN ÇlKMAZl Nezihe Meriç . . . Meli'yle, Ahmet'in dikildiği yerden görünüş ne güzel oysa. Işıkları yanmış, hafif dumanlı bir İstanbul parçası; deniz boyunca uzanıp giden. Tahta evleri, kırık dökük saçakları, kararmış tahtaları görünmeyen.
- 1961 MAVİ SÜRGÜN Halikarnas Balıkçısı Edip Cansever, Halikarnas Balıkçısı'na adadığı "Akdeniz Salgını"nı şu dizelerle bitirir: "Ötelerde, ama çok ötelerde, Kocaman bir gözyaşıydın ey usta deniz Konuşuyordun, sözlerini bulamıyordun yalnız." Mavi Sürgün, bu 'kocaman gözyaşı'ndan sözcükleri buluşa ilk adım. Sonra her şey denize, doğaya ulaşacak: Yaşam, kişiler, serüvenler, olaylar, mitologya ve tarih, doğanın bereketi, uyumu ve öfkesi de. Sürgün yazar Bodrum' da bir iki yıl kalır; cezasının geri kalanını İstanbul'da çeker. Ama o küçük, maviden ibaret deniz kasabası boyuna gönlünü çelmektedir. Orayı, doğasıyla, tarihi dokusuyla, taa mitologyadan Osmanlı'ya binyıllarıyla boyuna hatırlar. Artık özgürken, dayanamaz, sürgün yerine döner. Bundan böyle coşkular onunladır...
- 1961 SON SIĞINAK Reşat Nuri Güntekin Roman, Reşat Nuri'nin çok sevdiği tren sahnelerinden biriyle açılır. . . . Tesadüflerin bir araya topladığı insanlar, istasyon fanusunun etrafındaki gece böcekleri gibi bu bilinmeyen yerlere gitmek, içinde bulundukları halden kaçıp kurtulma ateşleri içinde yanıyorlar...
- 1962 GURBET KUŞLARI Orhan Kemal İstanbul' a çalışmaya gelen İflâhsızın Memed çetin yaşam koşullarıyla baş başa kalır. Babası Yusuf, köyde annesiz kalmış üç çocuğuna bakmaktadır. Memed şimdi bir "gurbet kuşu" dur. Romancı büyük kentin, İstanbul'un bambaşka dünyasını ayrıntılarıyla yansıtma imkanı bulmuştur. . . . "Bulgur pilâvıyla cacık, ayran bana İngiliz kuponundan elbiselerimi unutturuyor, kolalı yakamı, kravatımı unutturuyor..."
- 1962 KAN DÂVASI Reşat Nuri Güntekin Ne var ki, Kan Dâvası'nın başlangıç bölümü ayrı bir episode gibidir ve Reşat Nuri'nin sonsuz acıma duygusunu yansıtması açısından bir doruk noktadır. Bu bölüm beni uzun yıllardan beri etkiliyor, düşündürüyor. Düşündürüyor, çünkü Reşat Nuri'nin hemen her eserinde bize niçin ille acıma duygusunu bir öneri gibi ilettiğini sormak zorunda kalıyorum. Hiçbir romancımız onun kadar 'merhamet'i 'manifesto'ya dönüştürmemiş. . . . -Kız, senin anan baban yok mu? -Yok ki... -Kardeşlerin, ablan, teyzen, amcan? Bu saydığım insanların, küçük avuçları içinde bulunması lazımmış gibi her "yok ki" deyişte onları açıp içierini gösteriyor, sağ yanağında sevimli bir çukurcuk açan bir gülümseyişle bana gülüyordu. Yokluğun bu kadarına gülünmez de ne yapılır?
- 1962 KEDİ VE ÖLÜM Erhan Bener Zahit İloğlu'nun değişik mekanlarda ve pek çoğu İstanbul semtlerinde geçen, anımsayışlarla beslenen, anlatımı zengin serüvenini ilgiyle okumuştum. Yaşlılık eşiğindeki bu ölümcül hasta ressamın izi kaldı. Romanımızda ayrı bir çizgiye yönelişti. Kedi ve Ölüm bugünün okurlarınca ne yazık ki pek bilinmiyor.
- 1962 SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ Ahmet Hamdi Tanpınar Her şey gibi, hürriyet de sadece 'yalan'la beslenmiştir; "yedi sekiz defa memleketimize" gelmiş, kimse "gittiğini söylemediği halde" yine gelmeye devam etmiştir...