- "Şu şiiri biliyorsunuz, değil mi? 'Sevdiğimle sevişip ayrıldıktan sonraki özlem duygusunun, yerini dolduramıyor ki, hiçbir hatıra'" diye sordu Tokay. "Gonçunagon Atsutada'nın" diye yanıtladım. Nasıl bu eski şiiri ezbere biliyordu, anlamamıştım. "Aşık olduğun kadınlar buluşup bedenini onunla birleştirdikten sonra hoşça kal demenin ardından duyumsanan o yoğun kaybetme hissi. Bunaltı. Düşününce bu hisler bin yıldan beridir hiç değişmemiş. Ve ben bunları bugüne dek hissetmemiş biri olarak, henüz yetişkin olamamış bir insan olmanın acısını duydum. Fark etmekte epey geç kalmışım."
- Tüm kadınların yalan söylemek konusunda doğuştan gelen özel bir yeteneğe, adeta bunu mümkün kılan bağımsız bir organa sahip olduklarına inanıyordu. Ne zaman, nerede, nasıl bir yalan söyleyeceği kişiye göre farklılık gösterse de aslında bütün kadınlar karşılaştıkları uygunsuz bir durumda mutlaka bir yalan uyduruyorlar, en ciddi anlarda bile yalan söylemekte bir an bile tereddüt etmiyorlardı. Bunu yaparlarken de ne yüz ifadeleri değişiyor, ne de ses tonlarında ufacık bir titreme oluyordu. Çünkü aslında bu kadınlar değildi yalan söyleyen, onlarda bulunan bu bağımsız organ kendiliğinden çalışıyordu. Bu yüzden yalan söyleyince -çok özel durumlar dışında- onların o güzel ve iyi yürekleri sızlamıyor, huzurlu uykuları bölünmüyordu.
- Onun kalbi atınca benimkini de hareket ettiriyor sanki. Birbirine bağlı iki tekne gibi; halatı kesmek istesem de, onu kesebilecek bir bıçak yok hiçbir yerde.
- Başka bir ihtimal ise, özgürlüğünün tamamıyla elinden alınması, bunun sonucunda da sadece Şehrazad değil, tüm kadınların yaşamından çıkacak olmasıydı. Bu yüksek olasılıktı ve gerçekleşirse, bir kez daha kadınların sıcak bedenlerinin içine girmesi mümkün olmayacaktı. O bedenlerin sarsılmalarını da hissedemeyecekti. Ancak Habara'yı en çok üzen, kadınlarla cinsel ilişkiye girememekten ziyade, onlarla yakın birliktelik kuramayacak olmasıydı. Kadınları yitirmek böyle bir şeydi. Salt gerçekliği yaşarken, o gerçekliği unutturan özel anlar, yalnızca kadınların sağladığı bir şeydi.
- Ama düşünecek olursam geçmişte kalan tüm yıllar boyunca zaten hangi manzaraya ait olmuştum ki ben, diye sordum kendime. Aklımda kalan son samimi sahne, Kizuki'yle bilardo oynadığım, limandaki o salondu. Ama Kizuki o gece ölmüştü ve o günden beri, benim ile dünyanın geri kalanı arasına sanki buz gibi bir esinti gelip yerleşmişti. Kizuki'nin varlığının benim için ne anlama geldiğini düşünmeyi denedim. Ama bir türlü yanıt bulamadım. Anladığım tek şey vardı; o da Kizuki'nin ölümünün ilk gençlik dönemim demek zorunda kaldığım o çağın bir bölümünden, beni sonsuza dek ve tümüyle yoksun bırakmış olmasıydı.
- Ölüm yaşamın karşıtı olarak değil, parçası olarak vardır..
- Nisan ayını yalnız geçirmek çok acıydı. Bu mevsimde herkes mutlu görünüyordu. Paltolarından kurtulmuş olan insanlar güneşte çene çalıyor, top oynuyor, sevişiyorlardı. Ama ben, yapayalnızdım.
- Mutluluğun tek bir türü vardır, ama mutsuzluk bin bir şekilde ve büyüklükte gelebilir. Tolstoy'un dediği gibi: 'Mutluluk masal, mutsuzluk ise öyküdür...'
- ?Hayal gücünden, bilhassa da düşlerinden çok korkuyorsun. Belki de esas korktuğun şey, hayallerinde üstlenmek zorunda kalacağın sorumluluklardır. Sonuçta uyanıkken hayallerini, arzularını yok saymayı sürdürebilirsin ama rüyalarını bastırman mümkün değil. Çünkü sadece rüyalarında özgürdür insan...?
- Bir çok şeyin seninle ilgisi yok. Benimle de ilgisi yok. Ne kehanetle ne de lanetle ilgili. Ne DNA'yla ne de düzensizlikle. Yapısalcılık yüzünden olmadığı gibi, üçüncü sanayi devrimi yüzünden de değil. Hepimizin böyle çöküp gitmesi, dünyanın kurgusunun çöküş ve yitim üzerine kurulu olmasından. Bizim varlığımız o prensibin gölgesinden başka bir şey değil. Rüzgar eser. Hırçın rüzgarlar da vardır, insanın ruhunu okşayan rüzgarlar da. Fakat tüm rüzgarlar, gün gelir yitip gider. Rüzgar cisim değildir. havanın yer değiştirmesine verilen genel bir addır yalnızca. Kulak ver, metaforu anlamaya çalış...