- Janacek'in "Sinfonietta"sının başlangıcını duyar duymaz, o müziğin Janacek'in "Sinfonietta"sı olduğunu hemen bilecek kaç kişi çıkar acaba? Muhtemelen "çok az" ile "neredeyse hiç" arasında bir yerlere denk düşen bir sayı. -Sayfa 9
- Hiçbir şey bilmemiş olsaydım ne kadar iyi olurdu, diye düşündüğü zamanlar da olmuştu. Ancak, ne olursa olsun, bilmenin bilmekten daha iyi olduğu onun temel düşüncesiydi, yaşam karşısında aldığı tavırdı; bilginin cehaleti yenmesi... "Ne kadar şiddetli bir acıya sebep olursa olsun, ben bunları bilmek zorundayım. Çünkü insan ancak bilgiyle güçlenir."
- -Demek ki bu son derece tehlikeli bir şey, dedim ona. Bir yerlerde derin bir kuyu var ama kimse bilmiyor nerede olduğunu, öyle mi? Şu halde, içine düşecek olan için yapacak hiçbir şey yok anlaşılan -Hayır, hiç. İnsan düşüyor, hepsi bu kadar işte.
- Kendime soruyorum, acaba bedenimin içinde karanlık bir yer mi var diye, uzak bir bölge, en önemli anılarımın üst üste yığılıp balçığa dönüştüğü bir yer.
- Geceleri bayrağı niçin indirdiklerini anlamıyordum. Çünkü ulus, geceleri de varlığını sürdürüyor ve pek çok kimse çalışıyordu. Demiryolu makasçıları, taksi şoförleri, bar kızları, itfaiyeciler veya gece bekçileri gibi, gece çalışan insanların, işlerini ulusun kutsaması olmadan yapmaları bana haksızlıkmış gibi geliyordu.
- Ama unutmak için ne kadar çabalarsam çabalayayım, yüreğimin ta derinliklerinde, kenar çizgileri belirsiz bir boşluk öylece duruyordu. Sonra zamanla, bu boşluk giderek daha belirgin ve daha saf bir biçim almaya başladı. Bu şeklin üzerine sözcükler kondurabildim. Aşağı yukarı şöyleydi: ÖLÜM YAŞAMIN KARŞITI OLARAK DEĞİL, PARÇASI OLARAK VARDIR.
- Kafuku'ya göre, alkolikler kabaca iki gruba ayrılırdı. İlki, kendisine bir şey katmak için içmek zorunda hissedenler, ikincisi ise, içkinin kendisinden bir şeyler götürmesini istedikleri için içenler.
- Yirmi yaşımdaki halime dönüp baktığımda, hatırladığım, ölesiye bir tek başınalık duygusu, aşırı bir yalnızlık hissiydi. Ne bedenimi ve yüreğimi ısıtacak bir sevgilim, ne de içimi dökebilecek bir arkadaşım vardı. Bir günü ne yaparak geçirmem gerektiğini bilmiyordum, geleceğimle ilgili şekillenmiş bir vizyonum da yoktu. Kendi içimde derinlerde bir yerde hapsolmuş gibiydim. Bir hafta boyunca kimseyle konuşmadığım bile oluyordu.
- İçsel çatışması ve endişesi az, yaşamları şaşırtıcı derecede mekanik insanlar vardır. Sayıları çok fazla olmasa da hiç beklemediğiniz bir anda karşılaşabilirsiniz. Doktor Tokay da bunlardan biriydi. Bu tür insanlar, onlara düzenbaz gelen dünyada (deyim yerindeyse) dosdoğru olan kendilerini uydurup yaşamaya devam etmek için ne denli zahmet çektiklerinin ayrımında olmazlar. Kendilerinin doğal, dürüst ve hiçbir hileye başvurmanda yaşadıklarına inanırlar, şüphe duymazlar. Ve bu yaşamın içinde aniden parlayıveren özel bir ışığın aydınlığında, yaşamlarının yapaylığını görünce, ciddi ve dramatik bir kırılma yaşarlar. Elbet ölene dek bu ışığı hiç görmeden yaşayan ya da gerçeği görmelerine rağmen farklı bir şey hissetmeyen, kutsanmış (bundan başka bir ifade tarzı bulamıyorum) insanlar da az değildir.
- Tokay evlenip aile kurmayı hiçbir zaman arzu etmemiş. Evlilik yaşantısının kendisine uygun olmadığından emin. Bu yüzden amacı evlilik olan kadınlardan, ne kadar çekici olurlarsa olsunlar, en başından uzak durmuş. Sevgili olarak seçtiği kadınların büyük çoğunluğu evli ya da "hayatının aşkı"yla birlikte olanlar. Bu kuralı koyduğu sürece, birlikte olduğu kişinin onunla evlenmeyi istemek gibi bir durumu söz konusu olmuyormuş. Daha açık söylersem, Tokay bu kadınlar için rahat bir "iki numaralı sevgili", güvenilir bir "zor günlerdeki erkek arkadaş" ya da uygun bir "aldatma partneri"ydi.