- Ama zaten dünyanın bütün nefret suçları da simgesel temelli degil miydi? Kurbanlar katillerin gözünde her neyi simgeliyorsa, o yüzden saldırıya uğramıyorlar mıydı? Kişisel bir mesele değildi nefret suçu. Nesnel bir şiddetti. Kurbandan nefret etmek için, onu şahsen tanıyarak zaman kaybetmeye gerek yoktu. Havada uçuşan genel nefretten bir kaç doz koklamak yeterliydi.
- Diyor ya Aşık Veysel, "iki kapılı bir han" diye? Ondan cereyan yapıyor bu hayat! Onun icin üşüyorum hep. Gideyim de kapatayım birini.
- O hikaye yüzünden kazımıştı derisini. Açtığı her et çukuruna doldurmuştu mezar taşı boyasıyla. Hep o hikaye yüzünden. Ama ne önemi vardı artık? Herkesin öyle bir hikayesi yok muydu? Başlayıp da bitiremediği. Çünkü kimsenin dinlemediği. İçine atmak, diye birşey varken, anlatmaya ne gerek vardı? İçine atıp sifonu çekmek varken. Alkolle dolu bir sifonu.
- "az yedim çok içtim.hala içiyorum.alkolü kendime yakıştırdım.her türlü uyuşturucadan tattım.bağımlılıktan nefret ettim.gitmemi, terk etmemi engeller diye.ne bir maddeye ne bir insana bağlandım.sırf bunu kendime kanıtlamak için eroin kullandım,aşık oldum.ikisini de arkama bakmadan bırakıp gittim.geçmişe tükürüp geleceği çiğnedim.dünyayı bir oyuncağa çevirdim.ayak basmadığım yer kalmadı. kalan varsa, onları da amuda kalkar geçerim!duvarlara,bedenime resimler çizdim.bir gün öyle bir gürledim ki önümde duran şarap kadehi çatladı.benim adım hitler.kendi ordumu kurmak için bir sürü kadına tohumlarımı bıraktım..şimdiyse ağlıyorum.hepimiz için.çünkü hiçbiri işe yaramadı... hiç uykum yok. hiç uyuyamıyorum. domuz gibi içiyorum. ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. sabaha beş saat var. annemi düşünüyorum. nerededir şimdi? aynada kendime bakıyorum bazen. ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. sağ omzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmediğim için üzerine attığım çarpı işareti ve altında aynı kelebeğin bir japon tarafından çok daha iyi işlenmişi. sol dirseğimin iki parmak yukarısındaki kurşun yarası. bileklerimdeki otuz dört dikiş. medeniyeti bir aralar, herkes gibi yaladığımı kanıtlayan apandist ameliyatımın izi. ve sırtımı çok, hızlı yaşlandım! ancak hayattayım." "yıllar önce, okuduğum kitaplardaki, seyrettiğim filmlerdeki yalnız insanlara özenirdim hep. yalnızlara. konuşacak kimsesi olmayanlara. sonra hayat beni buralara getirdi. tabii ayaklarımın azımsanamayacak yardımıyla. ve artık o roman karakterlerinden biri oldum. o kitaplardaki yalnızlığı çok gösterişli bulurdum. aynı zamanda da korkutucu. kendime ''bu kadar yalnız kalınabilir mi?'' diye sorardım. ''sosyal hayvan insan, dayanbilir mi kimsesizliğe?'' ama artık biliyorum yalnızlığın korkulacak bir yanı olmadığını... tabii bunu ruh sağlığı yerinde ve içlerinde tek bir kişilik taşıyanlar için söylemiyorum. sözüm benim gibi içinde binlerce ruh taşıyanlara, uzakdoğu efsanelerindeki canavarlar gibi yedi kafalı tek bedenli insanlara. ben hep kalabalık oldum. şehrin uzağındaki bir semte giden, günün tek otobüsü kadar kalabalık. tıkış tıkış! herkesin üst üste olduğu bir otobüs kadar. dolayısıyla iyi geldi bana yalnızlık. kendime yeterince zarar veriyordum. ve bir de dünyanın vereceği zararları ortadan kaldırmanın imkanı olmadığına göre, yoklarmış gibi davranarak yalnızlığı seçmek en doğrusuydu... yalnızlık kurşun geçirmez. dostluk, aşk, aile geçirmez. hiçbir şey geçirmez. dışarıdan sokmadığı gibi içeriden de çıkartmaz. cerahat yapar. antibiyotiğini de kendinde besler. yeter ki nerede olduğu bulunsun... ruhun nerede olduğunu düşünürüm bazen. vücudumun neresinde? sonra kara veririm. ruhum, bedenimin bittiği yere kadar...'' dönüp bakıyordum geçmişime... sadece iki renk hatırlıyordum. kırmızı ve siyah." "kendimi defalarca buldum,defalarca kaybettim.gerçek adımı hatırlamıyorum.kimliğimi bir çocuğa sattım.çirkinleşmek için ruhumu kiraladım.vücudumdaki dikiş sayısını artık biliyorum.hayatımı diktiler.oysa yırtmak için çok uğraşmıştım." "kabul ediyorum,yüklerin çoğu hayaliydi.ama benim için hayal gerçekten daha fazla acıtacak kadar hissettiriyordu kendini. sanki dünyayı bacaklarının arasından çıkarmış bir kadın gibiydim. her yerini ve herşeyini biliyordum, doğurduğu bebeğini tanıyan bir anne kadar... her şeyi bildiğim için vasiyetimde tek bir cümle olacaktı: "beni yüzüstü gömün.çünkü yeterince gördüm."" "ben dünyadan hızlı döndüm. hepsi bu"
* - "yarın, bugünü yaşanabilir hale getiriyordu. kendimizi bir binanın tepesinde hep beraber boşluğa bırakmayışımızın tek nedeni yarındı! lotonun çıkma ihtimali, aşık olunucak insanla tanışma ihtimali, sonsuz mutluluk ihtimalini içinde barındıran o sihirli sözcük: yarın. gelecek iyi bir sermayeydi. yaşadığınız sürece bitmeyen anapara gibi. gelecek zamanda çekilmiş fiiller kulağa çok tatlı bir melodi yayıyordu."
- "Bir gün mutlaka paraşütle atlayıp bulutların üzerinden geçmeliyim, diye düşünmüştüm. Dünya'ya bir yağmur damlası gibi düşmek için.Sonra da bir yağmur damlası gibi toprağa karışıp buharlaşmak ve yeniden yükselip o bulutlara karışmak için. Aslında zaten bir parçam o bulutlardaydı. Hatta o bulutlar yeryüzünden geçmiş bütün insanlardan birer parça taşıyordu. Çünkü hepsi ağlamıştı. en katısı bile, doğumunda gözyaşı dökmüştü. Ve atmosferin içinde dönüp duran suya onlar da dahildi: dünyanın bütün gözyaşları. Kendi gözyaşımın içinden paraşütle atlayıp geçmeyi düşünmüştüm."
- .......İki yaşlı adam, karşılarına çıkan koridoru geçip, sonundaki odaya varınca, bina ne için orada olduklarını kulaklarına fısıldamıştı. 'Bekleyin!' demişti. 'Burada bekleyin. Onlar size gelecek.'
'Kimler?' diye sormuştu Filipinli.
'Hayatının anlamını bulmuş olanlar. Hayatlarını adayacakları şeyi bulmuş olanlar gelecek. Siz de kalplerini söküp, yerine, o şeyleri koyacaksınız. Sonra da kalpleri fırlatıp atacaksınız.!'
'Ama..' demişti Kızılderili. 'Kalpleri olmadan nasıl hayatta kalırlar?'
'Göreceksiniz!' demişti bina da.
'Peki ya kimse gelmezse?' diye sormuştu Filipinli.
'Kim kalbinden vazgeçecek kadar kendini bir şeye adayabilir ki?'
'Onu da göreceksiniz!' demişti bina.
'Ya hayatlarının anlamını bulamayanlar?' diye söze girmişti Kızılderili. 'Onlar ne olacak?'
'Onlar da göğüslerinde bir et parçasıyla, canlı canlı çürüyecekler. Ve buna da Yaşamak demeye devam edecekler.!' - Belkide bu sayede hayat devam ediyordu.Kimse,neye neden olduğunu önceden bilemediği için... Çünkü her davranışının zaman içindeki bütün sonuçlarına önceden tanıklık eden kişinin ilk tepkisi,büyük ihtimalle,durmak olurdu.Durmak ve durdurmak.Dehşet içinde.Hareket etme korkusundan kalbi durana kadar.Çünkü her hareketin nihai sonucu acıydı ve belki de,insanoğlu bunu bilse,hiç doğmazdı.Belkide daha kötüsü,bütün bunları bilse de doğmaya devam ederdi.Ne de olsa ,insandı ve doğası gereği arsızdı . Doğmak için her şeyi yapardı.Gerekirse karnından çıktığı annenin leşini doğumhanede bırakır,hatta dünyaya ikizine yapışık bile gelir,ama yinede doğardı...
- Her şey, ölülerin başını beklemekten iyidir, diye düşünmüştü. Sonra da köyüne dönmüş ve yaşlı annesiyle kucaklaşmıştı. "Ne yaptın oğlum bunca yıl?" diye sormuştu kadın. O da "Hiç" demişti "Durdum öyle."
"Peki, şimdi ne yapacaksın?"
"Yoruldum durmaktan, bir şeyler yapacağız işte."
"İyi de ne?"
"Daha yeni geldim be ana, pişman etme adamı!"
Yasin hiç bir şey yapmayacak ve durmaya devam edecekti. Ölene kadar. Sonra da yok olup gidecekti. Hiç gelmemiş gibi. Dünya üzerindeki insanlardan farklı olarak. Çünkü bütün insanlar bir şeyler yapmış, yapıyor ve yapacaktı. Hatta öldükten sonra bile. Bazıları cennete gidecek, bazıları doğaya karışacak, bazıları da yeniden doğacaktı. Kimse Yasin kadar yok olup gitmeyi göze alamıyordu. Kimse, bir iz bırakmadan kaybolmaya cesaret edemiyordu. Dünyadan gelip geçtiklerine birilerinin tanıklık etmesi şarttı. Varlıklarını süslemek için Yasin hariç, herkesin, içine gömüldüğü bir piramidi vardı. Ama Yasin fazla ölü görmüştü. Hayatı boyunca bir savaş alanında yaşamış gibi. Dünya üzerinde hayatta kalan en son insan kadar ölü görmüştü. Belki de bu yüzden yok olup gitmekten korkmuyordu. Var olmaktan yeterince korktuğu için. - "Bir insandan bu kadar nefret etmek ve onun tarafından önemsenmeyi bu kadar istemek aynı anda nasıl mümkün olabiliyordu ? Bu iki istek de aynı bedende kendilerine nasıl yer bulabiliyordu ? Kim bilir ne acılar çekiliyordu o an içimde ? Ne kavgalar dönüyordu ? Nasıl giriyorlardı birbirlerine ? Nasıl bir savaş ? Korkunçtu mutlaka."