- İnsan doğar. On-on beş yıl sonra dünyanın nasıl bir tezgah olduğunu ve doğumla ölüm arasına nasıl hapsedildiğini fark eder. Bu aslında bir histir, bilgi değil. Ve ilk tepkisini verir. Avazı çıktığı kadar bağırarak. Bu çığlık, bir kalabalığın içinde cüzdanını çaldırdığını fark eden kişinin çaresiz haykırışına benzer. Önce, aşağılayan ve umursamaz bakışlar atan kalabalık, sonra da aşırı gürültüye dayanamayıp, içlerinden birini, bağırıp çağıranla konuşmaya gönderir. O da gidip: "Biz de çaldırdık cüzdanı, ne var? Senin gibi kıçımızı yırtıyor muyuz?" der. Böylesi bilimsel bir müdahale için, genelde diplomalı olanlar tercih edilir. Kalabalığın kayıtsızlığı karşısında yavaş yavaş sesi kesilen yaygaracı, gerçeği kabullenir ve çevresini insanlarla doldurur. Buna, büyüme denir. Yetişkin olma. Tam olarak yetişkin uysallığı. Yapay bir haldir. Tasarlanmıştır. İşlevselliği üzerine hesaplar yapılıp öyle biçimlendirilmiştir.
- Her şey, ölülerin başını beklemekten iyidir, diye düşünmüştü. Sonra da köyüne dönmüş ve yaşlı annesiyle kucaklaşmıştı. ''Ne yaptın oğlum bunca yıl?'' diye sormuştu kadın. O da ''Hiç'' demişti ''Durdum öyle.''
''Peki, şimdi ne yapacaksın?''
''Yoruldum durmaktan, bir şeyler yapacağız işte.''
''İyi de ne?''
''Daha yeni geldim be ana, pişman etme adamı!''
Yasin hiç bir şey yapmayacak ve durmaya devam edecekti. Ölene kadar. Sonra da yok olup gidecekti. Hiç gelmemiş gibi. Dünya üzerindeki insanlardan farklı olarak. Çünkü bütün insanlar bir şeyler yapmış, yapıyor ve yapacaktı. Hatta öldükten sonra bile. Bazıları cennete gidecek, bazıları doğaya karışacak, bazıları da yeniden doğacaktı. Kimse Yasin kadar yok olup gitmeyi göze alamıyordu. Kimse, bir iz bırakmadan kaybolmaya cesaret edemiyordu. Dünyadan gelip geçtiklerine birilerinin tanıklık etmesi şarttı. Varlıklarını süslemek için Yasin hariç, herkesin, içine gömüldüğü bir piramidi vardı. Ama Yasin fazla ölü görmüştü. Hayatı boyunca bir savaş alanında yaşamış gibi. Dünya üzerinde hayatta kalan en son insan kadar ölü görmüştü. Belki de bu yüzden yok olup gitmekten korkmuyordu. Var olmaktan yeterince korktuğu için. - Ne kadar az, o kadar iyi!
- Nasıl, gel, demeden gelmediysen
Git, denmeden gitmeyeceksin. - Bahçe kapısının üzerindeki büyük tabelayı görünce, adı umut olan ne çok şey var, diye düşündü Derda. Demek ki insanların sokakta yürürken, günde bir kez de olsa umut kelimesini bir tabelada okumaya ihtiyaçları var, deyip gülümsedi...
- Eskiden beni gerçekten sevmiş bir kadının sözleri aklıma geldi: "Daha çok erken, içme!" ve benim kendisine verdiğim yanıtı düşündüm. Hep aynı yanıt: "Şu an saat bir yerlerde çoktan gece yarısını geçti bile..."
- Kendimi defalarca buldum, defalarca kaybettim. Gerçek adımı hatılamıyorum. Kimliğimi bir çocuğa sattım. Çirkinleşmek için çok uğraştım. İsteyene ruhumu kiraladım. Vücudumdaki dikiş sayısını artık bilmiyorum. Hayatımı diktiler. Oysa yırtmak için çok uğraşmıştım.
- Gitmek istiyordum. Yıllar önce olduğu gibi. Yok olmak. Kelimelerini içtiğim büyük şairlerin "Kaybolup gitti" cümlesiyle biten hayat hikayelerine benzer biçimde yok olmak istiyordum. Benim için, "İzine rastlanmadı" densin istiyordum.
- Ülkesinden uzakta doğup büyüdüğü için dilini döndürememeyi kendine hak görenlerden hep nefret etmişimdir. Kesinlikle bir özrü yoktur, ağzı yaya yaya Türkçe konuşmanın. Bir insan ya bir dili konuşamıyordur ya da doğru aksanla konuşuyordur. Ortası yoktur!
Bizse sadece başka bir zamanın Türkçesini konuşuyorduk. Hepsi bu! İşimize yaramayan kelimelerden arındırdığımız Türkçe... - Hangi dinde deja vu yok, ben o dine inanacağım...