- Ben hep kalabalık oldum. Şehrin uzağındaki bir semte giden, günün tek otobüsü kadar kalabalık. Tıkış Tıkış! Herkesin üst üste olduğu bir otobüs kadar. Dolayısıyla iyi geldi bana yalnızlık. Kendime yeterince zarar veriyordum. Ve bir de dünyanın vereceği zararları ortadan kaldırmanın imkanı olmadığına göre, yoklarmış gibi davranarak yalnızlığı seçmek en doğrusuydu...
- Dişlerimiz olduğu için ısırıyoruz.
Bu yüzden bu kadar vahşiyiz...
Gözlerimiz olduğu için hayran kalıyoruz.
Bu yüzden bu kadar aşığız... - ''Dürüst olalım dinler ve tanrılar...hepsi ben ölünceye kadar....''
- Seni anlıyorum demek büyük bir yalandır. Kocaman bir yalan. Kimse kimseyi anlayamaz ve tanıyamaz dünyada... Var olan en sağlam zırh insan vücududur. İçindekileri en iyi saklayan kasa odur. Koridorlarında birikenlerin kokusunu bile yaymaz dışarıya. Deliliğinin kokusunu, anormalliğinin kokusu duyamazsın yanında gazete okuyan adamın otobüs durağında. Sadece gördüklerin vardır.
- Bazı insanlar böyledir.
Diğerlerine göre çok daha kırılgan olurlar.
Ölümü sırtlarında bir çanta gibi taşıyıp,
yorulduklarında önce onu açarlar. - ''Dünyanın en çaresiz çocuklarına en büyük hayalleri kurduran , umut denilen o doğal felaketten nefret ediyordum!. ''
- Kişinin benliğini kırmanın birinci şartı, sopalarla dövmek değil, sahip olduğu adı reddetmekti. Sonra da yeni bir ad koymak. Sahip, ad koyandı. Evcil hayvanına ad veren bir çocuk ya da sırf kendilerine göre doğuda diye koca bir coğrafyaya Doğu diyen ve bu adı orada yaşayanlara da kabul ettirmiş olan Amerikalı ve Avrupalılar gibi!
- hayatın arka kapısı yoktu,gizlice sıgara içilen karanlık bir bölmesi yok! herşeyi bilen herşeyi bilmeye devam ediyor.
- Peki, zararın neresinden dönsen kardır? Yani tam olarak neresidir orası? Çünkü zarar da bir yere kadar zevk verir, değil mi? Sence de öyle değil mi?
- Kahramanlara, görevlerini, halk değil, kendileri verirdi. Dolayısıyla kahramanların halktan hesap sorma hakkı yoktu. Kahramanlar cesur ve aptal insanlardı. Halksa korkak ve kurnazdı. Anlaşmaları mümkün değildi.