- Yoksa öfke, gücün o bildik refakatçi cinlerinden miydi?
- Kitaplıklarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur.
- "...Ayrıca, yüz yıl sonra, diye düşündüm, kapının eşiğine vardığım sırada, kadınlar artık himaye edilen cins olmayacaklar. Bir zamanlar kendilerine yasaklanmış olan bütün faaliyetlere ve uğraşlara katilabilecekler. Dadı kömür yığabilecek. Dükkancı kadın otomobil kullanabilecek."
- Evet, ama ben alışıldık düzene hala kızıyorum. Olayların düzenini bana kabul ettirmelerine izin vermeyeceğim. Yürüyeceğim; durarak, bakarak zihnimin temposunu değiştirmeyeceğim; yürüyeceğim.
- ''Dünyaya açıldığım onca ay boyunca,'' dedi Orlando, çoraplarından birini odanın öbür tarafına fırlatırken, ''Pippin'in, köpeğimin, de söyleyebileceklerinden fazlasını duymadım. ''Üşüyorum. Mutluyum. Karnım aç. Bir fare yakaladım. Bir kemik gömdüm. Lütfen burnumu öp.'' Bunlar yeterli değildi.
- Duyguların kızıl ışığında yazılmışlardı, gerçeğin beyaz ışığında değil...
- ...kitaplığın kapalı kapılarını düşündüm, kilitli kapıların dışında kalmanın ne kadar tatsız olduğunu düşündüm; belki içeride kilitli kalmanın daha da kötü olacağını düşündüm; bir cins güvencede ve varlık içindeyken karşı cinsin yoksulluk ve güvensizlik içinde olduğunu...
- Yoksa öfke, her nasıl oluyorsa güce eşlik eden o bildik hayalet miydi? Örneğin zenginler çoğunlukla öfkelidirler çünkü yoksulların onların servetine göz diktiğinden kuşkulanırlar.
- Belki de hepsinden önce, yanılsamaya eğilimli yaratıklar olduğumuz düşünülürse, insanın kendine güveni olmasını gerektiriyordu (hayat). Ölçülemeyen ama pek değerli olan bu niteliği el çabukluğuyla nasıl oluşturabiliriz? Başkalarının bizden daha aşağı olduğunu düşünerek...
- Ölümün parmağının bizi parçalamasın diye hayatın karmaşasının üzerine ara sıra dokunması mi gerekmekte? Ölümü her gün ufak dozlarda almazsak yaşamayı beceremeyecek miyiz?