- Akşam insanın yanında önemli bir görüş ve güvenilir bir gerçekle eve dönmemesi umut kırıcıydı.
- Düşsel planda kadın son derece önemlidir; gerçek yaşamda ise tümüyle önemsiz. Şiiri bir baştan öbür başa kaplar; tarihte hiç görülmez. Kurmaca yazında kralların ve fatihlerin yaşamlarına hükmeder; gerçek yaşamda ailesinin parmağına bir yüzük geçirdiği herhangi bir oğlanın kölesidir. Kurmaca yazında en esin dolu sözler, en derin düşünceler onun dudaklarından dökülür; günlük yaşamda hemen hemen hiç okuyup yazamaz ve kocasının malıdır.
- Aslında yalnızca yaşadıkları anın tadını arttıracak kadar bir incelik, bir bağlılık, bir sevecenlik vardır insanlarda. Sürüler halinde ava çıkarlar. Çölü tarar, haykırarak dalarlar bozkıra. Düşenlere dönüp bakmazlar bile. Yüzlerinde alçıdan maskeler vardır.
- Zaman direklere çarpar. Kalakalırız. Duygudan yoksunuzdur, insanın gövdesini ayakta tutan, artık alışkanlıkların iskeletidir. O da bomboştur zaten.
- Hepimiz birer mahkum değil miydik? Geçenlerde çok iyi bir oyun okumuştu, oyundaki adam hücresinin duvarına bir şeyler çiziyordu, hayat da böyleydi işte. Boyuna duvara bir şeyler çiziyorduk
- Başyapıtlar, tek ve her şeyden ayrı olarak doğmazlar; yılların ortak düşüncesinin ürünüdürler.
- Kitaplıklarınızı istediğiniz kadar kapatıp kilitleyin; ama benim aklımın özgürlüğüne vurabileceğiniz hiçbir kilit, hiçbir kapı, hiçbir sürgü yoktur.
- Aşk, gençlikte başlayıp da bir sürü önemli şeye karışan o garip, derin, asırlık sevecenliklere verdiğimiz ad mıdır?
- Kadınlar erkekler gibi yazıp erkekler gibi yaşar ya da erkeklere benzerlerse, çok yazık olur, çünkü dünyanın büyüklüğü ve çeşitliliği göz önüne alındığında, iki cins bile yetersiz kalırken, yalnızca bir tanesi ile nasıl idare ederiz? Eğitim, benzerlikler yerine ayrılıkları ortaya çıkarıp güçlendirmemeli midir?
- insanın yaptıklarını doğa tamamlamıyor muydu? insanoğlunun başladığı işin sonunu o mu getiriyordu? Bu doğa, aynı gönül rahatlığı ile insanoğlunun perişanlığını görüyor, alçaklığına göz yumuyor, onun çektiklerine aldırmıyordu. Öyleyse o düş, kumsalda tenhada bir başına gezinirken düşüncelerini paylaşacak, tamamlayacak bir şeyler bulmak, sorularına bir yanıt bulmak düşü, aynaya yansıyan bir görüntüden başka bir şey değil miydi? Aynanın kendisi de yüzeysel bir cihazdan başka bir şey değil miydi? Sabırsızlık, umutsuzluk vardı, ama uzaklaşmak da zordu (çünkü güzellik insanı büyüler, avutur), ama artık kıyıda aşağı yukarı gezinmek olanaksızdı; artık uzun uzun düşünmek çekilmez bir şey olmuştu; ayna kırılmıştı