- Altı yaşındayken bile bir duygusunu ötekinden ayrı tutamayan; gelecek günlere yönelik tasarıların gölgesini hem sevinçleri, hem üzüntüleriyle, yaşamakta olduğu an'ın üstüne düşüren o çoğunluktandı; çünkü bu kimseler için daha küçücük bir çocukken bile herhangi bir yeni heyecan, doğduğu an'ı, ister verdiği ferahlık, ister bunaltısı ile öteki anlardan ayırıp tek başına vurgulayacak güçtedir."
- Yaşam çetindir; en parlak umutlarımızın söndüğü, çürük teknemizin karanlıkta yok olduğu o efsane ülkesine geçiş de her şeyden önce yüreklilik, doğruluk, tüm acılara dayanma gücü isteyen bir geçiştir.
- Zihinden geçen düşünceleri izlemek, not edilemeyecek kadar hızla konuşan bir sesi izlemek gibiydi.
- İnsan bir ekspreste giderken okuduğu sayfadan başını kaldırıp pencereden dışarı baktığında, gözüne ilişen bir çiftliği, bir ağacı, bir bölük kulübeyi, nasıl okumakta olduğu şeyin resmiymiş gibi, o şeyi doğruluyormuş gibi görür ve ondan sonra, nasıl güçlenmiş, güven bulmuş olarak önündeki kitaba dönerse, öylece ona da, birbirinden hiç ayırt etmeden baktığı karısı ve çocuğu ona güç ve güven verdi.
- Yaşamla arasında bir alışveriş sürüyordu; yaşam bir yanda, kendisi öbür yanda; o yaşamdan daha kazançlı çıkmaya çalışıyordu, yaşam da ondan. Bazen de (kendi kendine olduğu zamanlar) karşılıklı geçip anlaşma yolları ararlardı.
- İnsanın yalnız başına olunca, eşyadan, cansız şeylerden, ağaçlardan, ırmaklardan, çiçeklerden güç alması; onların kendisini belirttiklerini, kendisiyle bütünleştiklerini, kendisini bildiklerini, bir bakıma kendisi olduklarını duyması, kendine duyduğu akıl almaz sevecenliği onlara karşı da duyması -tüm bunlar ne kadar tuhaftı!
- Öyle anlar vardır ki, insan ne bir şey düşünebilir, ne bir şey hissedebilir. Peki ama, insan böyle hem düşünemiyor hem de hissedemiyorsa, nerededir acaba ?
- Tüm bedeni, dışından sanki donmuştu ama içinde sonsuz bir hız, bir devinim vardı.
- Öyle ise bunların içinden nasıl çıkılıyordu? Bir insan başkaları hakkında nasıl yargıya varıyor, nasıl fikir yürütüyordu? Şundan bundan tutturarak nasıl oluyor da hoşlanıyorum ya da hoşlanmıyorum gibi bir sonuç çıkarıyordu? Hem, sanki, bu sözcükler de ne demekti?
- Öyleyse ne idi bu? Ne demek oluyordu? Birtakım şeyler böyle birden ellerini uzatıp insanı yakalayabilirler miydi? O kılıç kesebilir miydi? O yumruk inebilir miydi? insanın güven içinde olacağı hiçbir yer yok muydu? Dünyanın gidişini yürekten bilmenin olanağı yok muydu? Yaşam böyle, beklenmeyen bilinmez bir şey miydi? insan kendini bir kulenin tepesinden boşluğa atımıveriyordu?