- Bana güvenmekten başka kusuru olmayan, evli barklı, hayatından memnun bir öğrencim hakkında birtakım haksız, yakışıksız duygulara kapıldığım için de utandım.
- Herkesin hayatta bir kez bir mucize yaşamak hakkı olduğuna inanıyorum. Benim payıma düşen mucize de sensin.
- İnsan geçtikçe yani insanlaştıkça, bu kör dürtüyü ehlileştirmiş, inceltmiş, güzelleştirmiş, yüceltmiştir. Aşk bu çok uzun gelişimin son aşamasıdır, ilkellikten kurtulmak, bencillikten kurtulmak, demektir. Bir insanın yalnız güzelliklerini değil, çirkinliklerini, kusurlarını, yanlışlarını da sevmek demektir. Ama kendinden başkasını sevmeyen, bedenini kutsayan, kafası yerine bilmem nesiyle düşünen birinin aşkı anlamasını, övmesini beklemenin bir kurbağadan arya söylemesini istemek kadar gülünç olduğunu bilirim.
- Ömer Hayyam; ?Günah olmasa, Allah?ın rahmeti neye yarardı? Üstelik hangi günah Allah?ın rahmetinden daha büyük olabilir ki??
- Keşke bende böyle bir aşk yaşasaydım. Şimdi belki her şey farklı olurdu. O ürkünç yalnızlık, boşuna yaşamışlık duygusundan kurtulurdum. Tutunacağım anlarım, anılarım olurdu.
- Bir film olsaydı, öyle sanıyorum ki hayal tacirleri, tam mutlu olacakları sırada, ikisinden birini, hiçten ya da bokdan bir sebeple öldürür, izleyicileri sarsarlardı. Galiba mutlu bir konuyu çağımız insanına yakıştıramıyorlar. Böyle bir sonu, alelade, yavan görüyor; çarpıcı, düşündürücü, dramatik ve de sanatsal bulmuyorlar. Belki de bin bir sebeple mutsuz yaşayan insanları, bu yolla teselli etmeye çalışıyor ve demek istiyorlar ki; ?Üzülmeyin, yalnız değilsiniz. İşte bunlar da mutsuz oldular. Gerçekçi olun, mutlu olmak umuduna kapılmayın. Hayat böyle.?
- Üsteğmen şaşkınlık içinde, "Bu koca topları buraya nasıl çıkardınız?" diye sordu. Bilge görünüşlü bir ihtiyar, gülümseyerek, "Değişik bir milletiz.." dedi. "..işler düzgünse ertesi günü bile düşünmeyiz, birbirimizi yeriz. İşler karıştıkça ağır ağır uyanmaya başlarız. İyice karışınca da, kenetlenip olmayacak işleri başarırız. Bunları da buraya böyle çıkardık. Çıkarmadık uçurduk."
- Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi: "Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz." Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak, yumuşak bir sesle, "Oğlum.." dedi, "..dün akşam Beyoğlu'nda, İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller'i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?" "Evet efendim, doğru." Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi: "Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?" "Hayır efendim, gördüm." Nazırın canı sıkıldı: "Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti." "Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi? Ziya Paşa deri bir kederle ellerini açtı: "Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım." Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı: "Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum." Nazır bıkkınlıkla, "Söyle bakalım" dedi. "Balkan Savaşı'nda teğmendim, Çanakkale'de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem." Harbiye Nazırı bozuldu: "Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum." Yüzbaşı sükunetle, "Anladım efendim" dedi, apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı: "Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!"
- Üsteğmen şaşkınlık içinde, "Bu koca topları buraya nasıl çıkardınız?" diye sordu. Bilge görünüşlü bir ihtiyar, gülümseyerek, "Değişik bir milletiz.." dedi. "..işler düzgünse ertesi günü bile düşünmeyiz, birbirimizi yeriz. İşler karıştıkça ağır ağır uyanmaya başlarız. İyice karışınca da, kenetlenip olmayacak işleri başarırız. Bunları da buraya böyle çıkardık. Çıkarmadık uçurduk."
- Paşalar ve karargahları sabah erkenden Kocatepe'ye gelmişlerdi. Yunan savunma sisteminin adım adım çöküşünü seyrediyorlardı. Yalnız Çiğiltepe karşısındaki 57. Tümen bir türlü ilerleyememişti. Kuşatma kolu, ateş yememek için, hayli açıktan dolaşınca, etkisiz kalmıştı. M. Kemal Paşa bu tümenin komutanı Albay Reşat Bey'i severdi. Emrinde çok başarılı hizmetler görmüştü. Teşvik etmek için telefon etti: ''Reşat bey hala hedefinize ulaşamadınız . Bir sorun mu var?'', ''Yarım saat sonra ulaşacağız efendim. Söz veriyorum.'' ''Peki, size güveniyorum.'' ... Yarım saat dolalı hayli olmuştu. Çiğiltepe düşmemişti hala. M.Kemal Paşa Reşat Bey'le konuşmak istedi. Telefona Emir subayı Üsteğmen Bozkurt Kaplangı çıktı. ''Reşat Bey'i istemiştim.'' Bozkurt zorlukla, ''Reşat bey az önce intihar etti efendim..'' dedi, '' size bir açıklama bırakmış. Peki, okuyorum: ''Yarım saat içinde size o mevzii almak için söz verdiğim halde sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam.:''