- "İstiridye hayatında nasıl bir tek inci yapabiliyorsa, ben de ancak bir kez sevebilirim."
- Bağımsızlığın sürekli olması için, iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
- Sorun çok. Hepsini çözmeye ömrümüz yetmez. Bizim yetişemediklerimizi yurtsever çocuklarımız tamamlar.
- Mehmet Akif Bey cuma namazında cemaate seslenirken: "Ey Cemaat! Bugün dünyada milyonlarca Müslüman var. Ne acıdır ki hiçbirinin istiklali yok. Yalnız biz istiklal sahibiydik. Ama biz de yüzyıllardır, elde ne varsa, yabancılara verip geri çekile çekile yaşıyorduk. Bunun sebebi dinimiz midir? Haşa.İslamiyet hayatı,aklı, mantığı, zamanın icaplarini reddetmez. İslamiyet dini, ölüler dini değildir. Ama batı dünyası ilim ve fende ilerlerken biz Müslümanlar ne yaptık? Her şeyi Allah'a havale ve emanet edip tembellik, cehalet ve bağnazlık içinde donup kaldık. Sonuç ortada: Dilenerek yaşayan hükümetler; harabeler, ekilmemiş tarlalar,yakılmış ormanlar, hastalıklar, hurafeler, üfürükler, yolsuz, okulsuz köyler, pis şehirler. Milletin hayrı için ne düşünsen "Olmaz!" diye dikilen ilimsiz hocalar. Her yeniliğe " Biz dedemizden böyle görmedik" diye karşı çıkanlar. Milletlerin hayatında duraklamak bile ölmek demek iken, biz tamamen durmuşuz. Görünen köy klavuz istemez. Yaşadığımız, ilkel bir hayattır. Peki, batı ne halde? Gemileri denizleri aşıyor. şimendiferleri dünyayı geziyor,uçakları havalarda dolaşıyor, ilim adamları hayatlarını araştırmaya adamış, halk ise düzenli olarak çalışıyor ve okuyor. Durum bu Fakat kudretleri arttıkça hırsları da çoğalıyor. Asyayı Afrikayı bitirdiler şimdi sıra bize geldi. Sevr Anlaşmasını okumuşsanız da anlamışsınızdır ki bunların bizden istedikleri artık toprak moprak değil, bu defa canımızı, varlığımızı istiyorlar.
- "Binbaşım, bu delikanlı Teğmen İhsan.." Doktor Hasan azarladı: "Merasimi bırak." İhsan'a döndü: "Ne istiyorsun?" "Buradaki askerlerimizden biri hastalanırsa, hastaneye siz sevk ediyorsunuz değil mi?" "Evet ama sana ne?" "Nasıl sevk ediyorsunuz?" Doktorun yüzü morarmaya başladı: "Allah Allah! Adam beni sorguya çekiyor. Yazıyorum, gidiyor." "İngiliz Komutan onaylamadan mı?" "O onaylamadan, burada yaprak bile kımıldamaz." Yüzbaşıya, "Bu ne şaşkoloz adam" diye homurdandı. İhsan duymazlıktan geldi: "Binbaşım, siz her gün, birkaç askeri, veba veya kolera şüphesi ile hastaneye sevk etseniz, ne olur?" "Ne olacak, kıyamet kopar!" Birden ayıldı: "Yoksa senin niyetin, bulaşıcı hastalık korkusuyla İngilizleri Selimiye'den kaçırtmak mı?" "Evet. Buraya gelmeden başhekimle konuştum, Haydarpaşa Hastanesi, istediğimiz gibi rapor verecek." Doktor gözlerini kıstı: "Sonra da depolarda ne var ne yok, toparlayıp Anadolu'ya mı yollayacaksınız?" Hikmetle Hakkı korkuyla bakıştılar. Haydarpaşa Başhekimi Ziya Bey'den, doktor hakkında bilgi almış olduğu için İhsan sükûnetle, "Evet efendim.." dedi, "..yardımcı olmak istemez misiniz?" Doktor infilak etti: ''Bir de soruyor sersem! Elbette isterim.'' Elini alnına vurdu: ''Allah kahretsin! Bu kadar basit bir hile neden daha önce benim aklıma gelmedi ? Bir hafta sonra, burada bir tek İngiliz kalırsa, yuh olsun bana. Hazırlığınızı yapın!'' Odadan kapıyı gümleterek çıktı.Hikmet'le Hakkı sevinç içinde teğmene sarıldılar. ''Oldu! Daha 10 dakikamız var. Otur da çay içelim! ''
- ''Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.'' ''İçeri al.'' Nazır subaylara bilgi verdi: ''Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.'' Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi: ''Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.'' Uzun boylu, kumral, yakışıklı, Biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak, yumuşak bir sesle,'' Oğlum..'' dedi,''..dün akşam Beyoğlu'nda, İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller'i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?'' ''Evet efendim, doğru.'' Nazır dürüst subaya babacanca yol gösterdi: ''Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?'' ''Hayır efendim, gördüm.'' Nazırın canı sıkıldı: ''Niye selamlamadın öyleyse?Selamlamanız için emir verilmişti.'' ''Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam .Askerlik töresince , önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?'' Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı. ''Askerlik töresimi kaldı a yavrum? Adamlar galiiye haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkaracak zaman değil.Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.'' Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı: ''Paşam bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.'' Nazır bıkkınlıkla,''Söyle bakalım'' dedi. ''Balkan Savaşı'nda teğmendim,Çanakkale'de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum.Ben bu rüteleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur.Beni affedin, özür dileyemem.'' Harbiye Nazırı bozuldu: ''Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum. Yüzbaşı sükünetle ,''Anladım efendim'' dedi, apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı: ''Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!'' Selam vermedn dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul'u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşından daha büyüktü. Gözleri dolarak , yüzbaşıya selam durdular.
- Binbaşı Ekrem ile İhsan, Faruk'tan gelen haber üzerine Divan Yolu'nun ağzında bekliyorlardı. İkiside gözlerine inanamadı. Faruk, bayrağa sarılı iki tabutu taşıyan küçük cemaatin önüne geçmiş, başında beyaz sarık, ağır ağır yürüyerek yaklaşıyordu. Bir işgal devriye kolu, komutanının emri üzerine durup cenazeleri ve Yüzbaşı Faruk'u saygıyla selamladı. Faruk'un ağzı belli belirsiz bir gülümseme ile kıvrıldı.Cenaze alayı, Ayasofya'ya doğru, rast geldiği İngiliz subaylarının selamları arasında uzaklaştı. Makineli tüfekler biraz sonra Ayasofya'nın arkasındaki yanmış bir konağın enkazında oturan alaylı Teğmen Ahmet Ağa'ya teslim edilecek, onun sandıkladığı silahlar, iş makinesi, hurda demir, değirmen taşı diye,kapalı bir zafer ticarethanesi olan İnebolu Menzil Komutanlığına sevk edilecekti. Ekrem keyifle,''Vay delifişek..''dedi. ''..dediğini yaptı. Üstelik yüksek rütbeli İngiliz subaylarına bayrağı da, kendini de selamlattı.''
- Sesini düşürmeye gerek görmeden ,''Paşam..''dedi, ''hiçbir devlet şerefimizden ve ümidimizden daha büyük değildir.''
- Üsteğmen şaşkınlık içinde, ''Bu koca topları buraya nasıl çıkardınız?'' diye sordu. Bilge görünüşlü bir ihtiyar, gülümseyerek,'' değişik bir milletiz..''dedi. ''İşler düzgünse ertesi günü bile düşünmeyiz,birbirimizi yeriz.İşler karışınca ağır ağır uyanmaya başlarız. İyice karışınca'da kenetlenip olmayacak işleri başarırız. Bunları da buraya böyle çıkardık. Çıkarmadık uçurduk.''
- Mustafa Kemal Paşa, '' Ben askerim..'' dedi, '..savaşın ne olduğunu hepinizden iyi bilirim.Zorunlu değilse savaş cinayettir.! '