- "Kongreye hanım öğretmenlerimizi çağırdığınız için sizi kutlarım. Ama hanımefendileri niye böyle ayrı oturttunuz? Sizin kendinize mi güveniniz yok, yoksa Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha böyle bir ilkellik görmeyeceğimi ümit ederim."
- Bunlar için kişisel esenlik bagımsızlıktan ve devlet onurundan daha önemliydi. Osmanlı devletini ni kemirip çürüten etkenlerden biride bu anlayıştı.
- 8. Tümen Komutanı Albay Kâzım Sevüktekin orduda Efe Kâzım diye anılan babacan, kabadayı bir komutandı. Takdim için yanına getirilen yeni genç subaylarla pek kısa konuştu, isimlerini, nereli olduklarını sormadı. Hatta yüzlerine bile pek az baktı. Başarı dilemekle yetindi. Komutanın bu soğuk tavrı Kurmay Başkanını şaşırtmıştı. Ağzını arayınca komutanın birden gözleri doldu: Yahu bu aslan gibi çocuklar birkaç gün içinde şehit olacaklar. İsimlerini bilmez, yüzlerini hatırlamazsam, acıya daha kolay katlanıyorum. Anlayabildin mi?
- Falih Rıfkı Atay'ın bugünkü yazısını konusu yine Sakarya Savaşı'ydı: Türk dağlarının bağrından kaynayıp Türk köyleri ve Türk ormanları arasından akarak Türk kıyılarında denize karışan Sakarya'nın ismi, yedi günden beri milli coğrafyadan milli tarihe geçti... Sönmüş görünen Türk ruhu yedi günden beri Sakarya kıyılarında bir alev gibi yanıyor. Türkler dirilmiyorlar, yaşadıklarını ispat ediyorlar!
- "Bir süvari esir olmaz, dövüşür ve şehit olur!" 2. Bölük esir olmamıştı. Geri çekilme kargaşası içinde yolunu kaybetmiş, Yunan tümeninin içinde kalmış, Çaldağı'nın sarp vadilerinden birine çekilip saklanmıştı. Yetmiş kişiydiler. Su yoktu. Mataralarındaki ve heybelerinde taşıdıkları küçük testilerdeki suyu içmediler, peksimetleri yemediler, atlara verdiler. Tehlikeyi sezen eğitimli savaş atları sessiz duruyorlardı. Bölük tam anlamıyla araziye uymuştu.
- Beni iyi dinleyiniz! Oturduğum mahallede, kadınlar sokağa yüzlerini kara peçeyle örterek çıkıyorlar. Bir erkek görürlerse, arkalarını da dönüyorlar. Duvara dönüp çömelenler de var. Dini bir gereklilik mi bunlar? Hayır. Peki ne? Düpedüz ilkellik. Yazık ki birçok ilkelliğimiz daha var. Ama bir toplum donup kalmaz, değişip gelişir. Biz de ister istemez değişip gelişiyoruz. Hayatımıza öğretmen, çeteci, işçi, kağnıcı, yazar, dernek yöneticisi hanımlar karıştı. Bunlar da Müslüman. Ama bu hanımlar peçe takmıyor, çarşaf giymiyor, tavuk kafese kapanır gibi eve kapanmıyorlar. Kendilerini ikinci sınıf bir yaratık olarak görmüyorlar. Erkeklerin iki adım gerisinden yürümüyorlar. Vatan savaşına katılmayı namus borcu biliyorlar. Durum şu: Bir yanda o hanımlar var, bir yanda da sizler. İlkellikle uygarlık yan yana. Bunlar zamanla karşı karşıya gelecekler. Ya ilkellik uygarlaşmanın önünü kesecek, ya uygarlaşma ilkelliği yenecek. Türkiye'nin geleceği bu çatışmayı sizin kazanmanıza bağlı. Bu çizgide durun, gerilemeyin, ödün vermeyin, korkmayın, kanmayın, geleceğimizi ilkelliğe kurban etmeyin! (Dr. Hasan Cebeci)
- Serin bir yayla gecesiydi. Çevreye baktı. Kaç uygarlığı emzirmiş olan bu uçsuz bucaksız Anadolu yaylasında ne kadar anlamsız olduklarını, ne kadar küçük kaldıklarını düşündü: Ne arıyorlardı bin yıllık Türk yurdunun ortasında? (Yunan Generali Andreas)
- Çocuklar gazetelerle İstanbul'a dağıldılar: "Türk zaferini yazıyor..." "Yunanlıların kaçtığını yazıyor..." "Yunan bozgununu yazıyor..." Yüreğe işleyen bu incecik çocuk haykırışları on binlerce kişinin biraraya gelip de yapacağı bir gösteriden çok daha etkili oldu.
- Efendiler! Bütün cihanın bilmesi lazımdır ki Türk halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti, uşak muamelesine tahammül edemez. Her medeni millet ve hükümet gibi varlığının, hürriyet ve istiklalinin tanınması talebinde kesin olarak ısrar etmektedir. Ve bütün davası da bundan ibarettir... (Mustafa Kemal)
- "İnsan tarihten utanır be. Vatan pahasına siyaset olur mu? (İsmet İnönü)