- (Balkan Savaşında, Çanakkale ve Irak'ta dövüşmüş, Musul'a doğru geri çekilirken esir düşmüş Gazi Çavuş anlatıyor)
"...Esir olmak da savaşın cilvesidir diye birbirimizi teselli etmekteydik. Ama bir İngiliz astsubayı bir subayımızı tokatlayınca kahrolduk. İngiliz gemilerinin güle oynaya Çanakkale'den geçtiklerini, Fransızların Çukurova'ya girdiklerini, Ermenilerin Kars'ı aldıklarını, Yunanlıların İzmir'e çıktıklarını duyunca üzüntüden ağlaştık. M. Kemal Paşa Anadolu'nun başına geçip de yedi düvele meydan okuyunca da sevinçten ağlaştık. Oradan Mısır'daki kampa getirdiler. Üç arkadaş kaçtık. Bilmediğimiz yollara düştük. Çölde kaybolduk. Yakalandık. Hapis yattık. Altı ay önce pis bir yük gemisiyle İstanbul'a getirip bıraktılar.
Bir daha vurulduk. Çünkü İstanbul hükümetinin esirlikten dönenlerle ilgilendiği yok. Çoğumuz hasta, yaralı, sakat, bakıma muhtaç. Devlet yüzümüze bakmıyor. Sanki İngilizler dost, biz düşmanız. Allah Allah! Biz hangi devlet için savaşmıştık? O kadar sayageldiğimiz Padişahımızın devleti, böyle bize yabancı bir devlet olmuş." (...) - Büyük musibetlerin uyandırıcı bir etkisi vardır. En büyük musibet, emperyalistlerin niyetini bütün çıplaklığı ile açıklayan Sevr Antlaşmasıdır. Bu antlaşmayla Türkiye'yi parçalamak, küçülen Türkiye'yi bile sürekli denetimleri altında tutmak istiyorlar. Ankara bu feci antlaşmayı reddetti, İstanbul ise kabul etti. Emperyalizmin niyetini ve Sevr'i kabul eden teslimiyetçi zihniyeti asla unutmamalıyız. Bunlar Türkiye için iki büyük tehlikedir.
(Yunus Nadi Bey) - "İngiltere, Fransa ,Almanya gibi ülkelerin ulaştıkları ileri ve yüksek bir medeniyet var. Bu gelişmişliğin bunlara bir olgunluk, doygunluk vermesi, bilgelik, incelik, hoşgörü, soyluluk kazandırmış olması gerekirdi. Barışçı adil ve örnek olmaları, yol göstermeleri, insanlığı ve hakkı korumaları,güzelliklere ve iyiliklere öncülük etmeleri beklenirdi. Tam tersini yapıyorlar. İlkel bir insandan daha yırtıcı, acımasız, kaba ve benciller. Durmadan dünyayı sömürüyor, doymuyor, yetinmiyor, sürekli daha fazlasını istiyorlar. İnsanlığı kandırmak için güzelliğe övgü düzüyor ama hiç durmadan çirkinlikler yapıyorlar. Küçük bir çıkar için bir milleti mahvedebilirler."
- Vedia'nın annesi ara sıra Kadınlar Dünyası dergisinin eski sayılarını verir, Nesrin de kadınların yazılarını merakla, cesaret azimlerine şaşarak, imrenerek okurdu.
(...)
Sayfalara hızlı hızlı bakıp geçerken Ana Sesi adlı bir kısa yazıya, daha doğrusu bir mektuba rastladı. Bir anne 20 yaşındaki oğluna sesleniyor gibi yaparak erkeklere çatıyordu.
Diyordu ki :
"Oğlum! Seni çok emekle, özenle, zahmetle bu yaşa getirdim. Askerlik çağına girdin, yani kocaman bir erkek oldun. Bana cevap vermeni istiyorum.
Söyle!
Maksadınız, gayeniz nedir? Şu iki günlük hayatımızı zehir etmekten ne tat alıyorsunuz? Bizim gelişmemize, yükselmemize engel olmakta ne kazancınız var? Söyle oğlum bu taş kafaları ne zaman yontacaksınız? Bir kadınla nazik bir şekilde konuşmanın ne kadar mutlu edici olduğunu, birlikte çalışmanın, iş yapmanın bütün milleti refaha götüreceğini, toplumu ilerleteceğini hangi gün idrak edeceksiniz? Kadınlığın, anneliğin yükselmesinin, sizin yükselmeniz demek olduğunu, ey benim alık çocuğum, ne zaman anlayacaksınız? Her şey yıkıldıktan, geride ilerletilecek, yükseltilecek bir şey kalmadıktan sonra mı? - Türk bataryaları Anzak mevzilerini ateş altına aldı. Eldeki mermi sayısı yüzünden ateş ancak 15 dakika sürebilecekti. Bu durum topçuları kahrediyordu:
"Komutanım, 15 dakikalık ateş düşman mevzilerinin ancak tozunu alır."
"Bir mermi fabrikamız olsaydı bu zavallı hali yaşamazdık. Ama ne edelim ki zaman akmış biz bakmışız."
"Hem de yüzlerce yıl." - Komutan ortadaki boşluğa geldi.
"Asker!
Unutma, amaç şehit olmak değil, yaşamak. Yaşamalıyız ki dövüşebilelim, dövüşerek düşmanı yenelim. Bu sömürgecileri geldiklerine pişman edelim. Öyleyse akıllı savaşacağız. Aklımızla savaşacağız. Her kurşunumuz, her bombamız, her süngü vuruşumuz, her tekmemiz, her yumruğumuz hedefini bulacak. Düşman bizi vurmadan biz onu vuracağız. Ama sağlıkçılara, sağlıkçıların taşıdığı yaralılara ateş etmek yok. Düşman bu insanlığa layık mı? Hayır. Utanmadan şehitlerimizi dinimizce toprağa vermemize engel oldular ve yaktılar. Belki de içlerinde ağır yaralı kardeşlerimiz vardı, onlar da yandılar. Ama düşman layık değil diye biz insanlığımızı bozmayacağız. Temiz dövüşeceğiz. Yenilmez, yılmaz, yıkılmaz Çanakkale askeri olacağız. Anlaşıldı mı?"
Bin kişi gürledi:
"Eveeet!"
Binbaşı "Aferin asker" dedi, bütün tabura madalya dağıtmış oldu. - Bir kurmay dedi ki :
"Bir yandan kadınların birinci ve asıl görevi analıktır, çocuk yetiştirmektir, analık kutsaldır diyoruz, öte yandan da kadınları körkütük cahil bırakıyor, çocuklarının önünde aşağılıyor, hatta dövüyoruz. Birçok açıdan tedaviye muhtaç bir toplumuz." - Türkiye için yepyeni bir dönem başlıyordu. Falih Rıfkı Atay 30 Ağustos zaferi için şöyle yazacaktı :
"Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, özgür yurttaşlar olmuşsak, onurlu insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batının pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki soluk alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferine borçluyuz." - Dünyada bağımsız, çağdaş, özgür tek müslüman devletiz.
- Anadolu'da parça parça yaşıyorduk. Yapma bir Osmanlı milleti yaratma gayreti Türklüğe büyük zarar vermekten başka bir şeye yaramamış, kimse Osmanlılığı kabul etmemişti. Atatürk'ün Türkiye sınırları içinde yaşayan herkesi yurtseverlik düşünce ve duygusu çevresinde toplayarak milletleştirme çabası hayati bir gereklilikti. Aynı özeni, çabayı, bilinci şimdi de ısrarla göstermeliyiz. Yoksa büyük emekle, incelikle, çabayla, nice acılardan geçerek sağlanan birlikteliğimiz gevşer, yine parçalara ayrılırız. Ayrılmaya başladık bile...