- Kimi zaman kimliğini saklar insan. Yok yok gerçekten saklar. Bu gerçek kimliğini kendisi de ortaya çıkartana kadar yıllar geçmesini bekler ya da son nefesinde bilir kendini. Yüzyıllardır öyle bir ego batağına saplı kalmış ki insan, kendini bilmeye, tanımaya, içindeki cevheri çıkarmaya, deliliklerine, gerçekten değer verenlere o içlerinden gelen heyecanı, sevecenliği, gerçekliği yansıtamamışlar. ( Bu durum insanlık söz konusu olduğu için günümüzde de etkilerini göstermektedir.)
Aklı olmayan akıllı diye, akıllı olan birilerinin hakkını ve aklını almaya, hakkı olmadığı halde hakkıymış gibi sahiplenen, yanlışlara aklı ile yön vermeye çalışıp hayallerden hayallere koşan ama farkındalık işin içine girdiğinde kendini oradan oraya savuran bir insan. Hepimiz.
Bilmiyorum, çağın çok çok ilerisini de kapsayan bu roman her ne kadar haklı yanlarını sonunda ortaya koysa da, hayatın acımasızlığı yanında delirmemek, ölmemek, yaşayan bir ölü olmamak elde mi? Hakkını arayan insan var hep, kaybedenler onlar. Peki, haketmeden istediği her şeye sahip olan kesim, işte ben bunu sevmiyorum.
Okudum, kayboldum, delirdim, zıvanadan çıkacakken sayfalar boş bir hal aldı. Sabırsızdım, hikâyeye müdahil olup bir şeyleri değiştirmek istedim. Ruhumu böylesine esir düşürmüşken romana, bir kalem bir silgi ile eşlik etmek istedim. Düşündüm, taşındım, savruldum. Sonra hayat bu, birileri ölecek, birileri doğacak, birileri yazacak birileri okuyacak, birileri seni yazacak susacaksın hatta ruhunu parça parça edip kendini okutacak. Birileri ezecek birileri ezilecek ki döngü kısırlaşmasın. Bu öyle bir dünya...
Sevdim.. Okumanızı tavsiye ederim tabi.. Sağlıcakla. - Köpeğiniz Fidel' le görüşmek istiyorum.
- Benim gözümde bilmediğini açıkça söyleyen insan, bilmediğini biliyormuş gibi görünen ve her şeyi ağzına yüzüne bulaştıran ikiyüzlüden daha değerlidir.
- Evinden tertemiz bayram giysileriyle çıkmış birine yoldan geçen bir arabadan azıcık bir çamur sıçramayagörsün, herkes parmağıyla bayram giysileri çamurlanmış adamı gösterir, ne kadar özensiz, düzensiz olduğundan söz eder; oysa ayı insanlar, leke içindeki gündelik elbiseleriyle yanlarından gelip geçen onlarca kişiyi fark etmez. Çünkü gündelik elbisedeki leke görülmez.
- Bir saat görmesem sevdiceğimi,
Bir yıl görmemişim gibi gelir.
Böyle kin duyarak yaşamaya,
Sorarım yaşamak mı denir? - Yolculuk sözcüğünün ne tuhaf bir çekiciliği,ne büyüleyici bir havası vardır!Yolculuk da başlı başına bir büyüdür!Açık hava,güz yaprakları...İnsan kürküne iyice sarınır,kalpağını kulaklarına kadar çeker,arabanın bir köşesine büzülür ve içine işleyen titreme tatlı bir ılıklığa dönüşür.Atlar dört nala uçar gider...Rahat bir uyku basar yolcuyu;göz kapakları kapanır,arabacının türküsü,tekerleklerin gürültüsü,atların soluması düşteymiş gibi duyulur,yanındakinin omuzuna yaslanıp uyur gider insan.
- "Biri yaşlı bir kadın,diğeri on altı yaşında,başını pırıl pırıl altın rengindeki saçların süslediği bir kızdı.Yüzünün oval şekli,şeffaf bir yumurtanın tatlı yuvarlaklığını andırıyordu.İncecik,saydam kulakları sıcak güneş altında pembeleşmişti.Geçirdiği korkudan dudakları hafifçe aralanmıştı ve gözlerinde yaşlar birikmişti."
- "Yer yüzünde garip şeyler,pek çok neşeli görüntüler bile üzerinde uzun uzadıya durulunca hüzne bürünür."
- "Haydi müdür ne ise... Ya şu muhasebeci domuzu! Adam sanki basit bir daire muhasebecisi değil de hazine müdürü... Çalımından geçilmez. Bir memurun anası bile ölse, maaşını peşin alamaz. Yalvar yakar, önünde diz çök, çatla, patla; kılı bile kıpırdamaz kâfirin... Karısından dayak yediğini sanki bilmeyen var. Adam, devlet kasasından maaş verirken bile eli titrer; sanki cebinden veriyor."
- 'Yani, palto için gerekli olan paranın ilk yarısı elindeydi, ama diğer yarıyı nereden bulacaktı? Bir kırk ruble daha nereden bulabilirdi ki? Akakiy Akakiyeviç, düşündü... düşündü... ve sonunda günlük harcamalarını kısmak zorunda olduğuna karar verdi; en azından bir sene boyunca bunu yapması şarttı. Akşamları çay içmeyi bırakacak, mum da yakmayacaktı; eğer çalışması gerekiyorsa, ev sahibesinin odasına gidecek ve işini onun mumunun ışığında görecekti. Dışarı çıktığında ağırlığını ayaklarına vermeden, nerdeyse parmaklarının ucunda basarak yürüyecek ve elinden geldiği kadar adımlarını, düzgün kaldırım taşlarına denk getirmeye çalışacaktı, böylece ayakkabılarının tabanları hemen aşınmayacaktı. Çamaşırlarını da yıkamaya daha seyrek gönderecek, böylece onların da hemen yıpranmasını engelleyecekti. Eve döner dönmez eskimesinler diye derhal giysilerini çıkaracak, sadece umarsızca geçip giden zamanın bile merhamet ettiği eski pamuklu gecelik entarisiyle oturacaktı. Doğrusu ya, başlarda bu sıkıntılara alışmak Akakiy Akakiyeviç'e oldukça zor geldi, ama bir süre sonra teker teker hepsine alıştı ve işler rayına girdi; hatta akşamları aç açına uyumak bile onu rahatsız etmemeye başladı. Evet, belki karnı doymuyordu, ama tüm düşüncelerinde yer eden ?gelecekte sahip olacağı paltoyla ilgili hayaller', ruhunu yeterince besliyordu. Sanki yaşamında eksik olan bir şeyin yarattığı boşluk doldurulmuştu; sanki evlenmişti; sanki yanında, yaşamakta olduğu anı paylaşan biri vardı, artık yalnız başına değildi...''