- Ama yazmak iyi geliyor.Yazdıkça içimdeki zehri akıtacağım sanıyorum.Yazarsam, bütün bu dehşetin kelimeler dünyasında bir karşılığını bulursam bir parça hafifleyeceğim zannediyorum.Kelimeye dökülen acım bir taraftan hafifliyor.Yazdıkça kendime ve bütün bu olanlara uzaktan bakabiliyorum çünkü.Uzaktan baktığımda ise başka bir zamanın, başka bir hayatın varlığına olan inancım pekişiyor.Kendi bedenini gören bir ruhum ben şimdi.
- Yeryüzünde her şey iyi ya da kötü arasındaki mücadeleden ibarettir. İnsana düşen bu ikisi arasında kendi safını seçmektir.
- Bir yorgunluk kaç kişide tekrarlanır, katmerlenir, katlanır? Bir yorgunluk ruhtan ruha, bedenden bedene çarpa çarpa nasıl yankılanır? Öznesini değiştire değiştire nasıl çoğalır? Benden sen' e geçse de hükmü bütün zamanlarda aynı kalır. Yorgunum, yorgunsun... ... İçimde hep aynı cümle: "Siz gidin, ben çok yorgunum.Konuşacak çok şey, yürünecek çok yol var. Oysa ben çok yorgunum."
- Kaç gündür aynı şarkıyı dinliyorsun: Çok yorgunum beni bekleme kaptan. Bunu yazmak için ne kadar yorgun olmak gerekir? Bunu söylemek için kaç yorgunluktan geçilmiştir? Kaç haberin yalan, kaç habercinin kazip çıkması lâzım gelmiştir? Ümit nasıl kesilmiş bütünüyle iptal edilmiştir gelecek? Geçmiş zaten geçmiştir. Onca yangınlı şikayet nasıl böyle dingin bir akşam suyuna evrilmistir? Ve sen. Bir şarkıyı böylesi dinleyebilmek böylesi anlayabilmek için de ne kadar yorgun olmak gerekir?
- "Sen beni, bilmem benim tahayyülünden dahi ürperdiğim mânâda, hiç gördün mü? Sanmam. Sanmam ama bana baktın ya. Benimle ülfet ettin ya. Benimle sabahları yakaladın ya. Bana derdini, bana onu, bana aşkını anlattın ya. Beni ben olarak gördün ya. Hiçbir şey tahayyül etmiyorum. Gördüğüm bana yetiyor."
- Bir acıya tahammül edebilmek ancak ondan daha büyük bir acıyla yüz yüze gelmekle mümkün olabilirmiş.
- Parlak bir güneş ışığı doldu içeri. Gözleri acıdı, "bu da ne", diye söylendi. Dışarı çıktı. Bir kelebek kalktı kapının önündeki dağ lâlesinin üzerinden. "Ne hoş çiçek" diye düşündü ve "ve ne hoş bir uçuş, acaba isimleri ne?" Fakat zihnini ne kadar zorladıysa da ne dağ lâlesini tanıyabildi, ne de kelebeği. "Bunlar" dedi "mutlaka öğrendiğim kelimeler arasında yoktular."
Fakat akşama kadar yol boyunca gezinip de hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi tanıyamayınca. Hele akşam olup da üzerindeki lâcivert ve sonsuz boşlukta asılı duran ışık toplarını hayranlıkla seyredince. Bir portakal dilimine benzeyen aydınlığı anlamaya çalışınca içtenlikle. Ve hiçbirisinin ismini bir türlü bilemeyince. İçi acıdı. "Yazık", dedi "kelimelerle hayat uymuyor demek birbirine. Kim bilir bunlardan her birine ad olan kelimeyi kaç kez öğrendim, kaç kez geçirdim defterime. Kim bilir kelebek bunlardan hangisidir, hangisidir dağ lâlesi, hangisi yıldızdır ve hangisidir adı hilâl olan?" - "Ala" dedi Çerkez Arslanbey.İçinden, "Ah mine'l aşk" diye geçirdi.
- Bir anda garip bir huzur, bir sarmaşık gibi sarışan taşkın, arsız bir mutluluk duydu. Sanki kırk yıldır tanışıyorlardı, sanki onun yanında insanın canı hiç sıkılmazdı ve sanki onun yanında insana bir şey olmazdı.
- Bu kadar büyümesem, bu kadar dağılmasam. Bu kadar dağılıp bu kadar parçalanmasam. Ne olur biraz küçülsem. Biraz sadeleşsem. Biraz ayıklayabilsem kendimi. Biraz azalsam. Şarkıları bu kadar çabuk eskitmesem. Romanlara bu kadar kolay dudak bükmesem. Şiirleri tüketmesem. Güzellik sıradan bir şeye dönüşmese. Daha fazla hayranlık duysam. Biraz şaşırsam. Küçülsem biraz. Bunca kalabalık arasında bulandı görüşüm. Sadeleşsem biraz, görüşümü keskinleştirebilsem.