- Azam'ın, dünyalar yıkmak için bir şey yapmasına gerek yoktu, sadece var olması, sadece kaldırıp başını bakması yeterliydi. Ama bu kez yıktığı dünyalardan birinin altında kendisi de kaldı. Yaktığı ateşte kendisi de yandı.
- Artık olamayacağını biliyorum. Aşk benim kalbimi yakıyor, seninkini yalayıp geçiyor. Ben tam merkezine koyuyorum aşkı hayatımda, sen başka bir şeyin yerine koyuyorsun.
Bana evlenme teklif ettin, reddettim. O gece sana geldim, bu defa sen reddettin. Aşkı ve ahlakı tartıp durdun aylar boyunca. Gerekçelerini, savunularını, ithamlarını, infazlarını sıraladın; sanığı da savcısı da yargıcı da sen olan bir mahkemede yargılayıp durdun kendini defalarca. Hangi yanın haklı çıksa, bu davanın öbür yanından yara aldın. Çünkü ne yeteri kadar âşık ne de yeteri kadar ahlaklıydın.
Oysa aşkın yeterince' si olmaz benim için hiç olmamış sevgilim. O ya vardır ya yoktur. Hududu, temkini, itidali, tazmini olursa zaten aşk olmaz. Var olduğu müddetçe vardır o. Ve var olduğu müddetçe de tek biçimde tek hacimdedir... - Ey sıkıntı şiddetlen, nasılsa geçeceksin.
- Kökü bir ülkede dalları bir ülkede olan ağacın sınırı umursamaz tavrıyla umursamıyorum
- Bir tek veya milyon, fark etmezdi. Çünkü birinin ölümü her birinin ölümü gibiydi. Çünkü her insan bir evrendi ve her ölüm evrenin sönüşü demekti. Bu yüzden tek masumun dahi öldüğü yerde hiçbir haklı gerekçeden söz edilemezdi.
Savaş insanı canavarlaştırıyordu ve insanın insana ettiğini kimse kimseye etmiyordu.. - ''Bilirim ki kader yazılmış, defteri dürülmüş kaldırılmış, mürekkebi de kurumuştur. Ama her an yaratma halinde olan da Sensin. Öyleyse Sen yazılmış kaderleri bile geri çevirirsin. Benim kaderim işte az önce geldi, karşıma dikildi. Çevirme benim kaderimi geri. Onu bana çok görme.''
- " Bu kadar tanıdık buluyorsam kalbimi kalbine, bu kadar tanıdık ses veriyorsa kalbim kalbine, o ezeli uğultuyu hâlâ kulaklarımda taşıdığımdandır. "
- Öyle bir çığlıkla attı ki kendini Âdem uykusundan, gerçekte çığlık atıp atmadığını bile bilmedi. Ama iki uyku arasında rüyasının bölündüğü gün gibi gerçekti. Ve başına bir şey gelmiş gibiydi.
O zamansızlık zamanında, cennet ırmağının kıyısında Âdem onunla göz göze geldi. Kuşları, tüyleri ürkütmekten korkarcasına elini uzattı yavaşça. Parmaklarının ucundan dökülen yaseminleri gösterdi. İçine dolan ses ve ışığa, sevince sarmaşığa, usulca, sen kimsin, dedi. Bildiğini bir kez daha bilmek, kelimesini bir de ondan duymak istedi.
Ben kadınım, dedi Havva, ama bu benim sıfatım. Adımı henüz bilmiyorum.
Sonra döndü Âdem'e, aklına bir şey gelmişti.
Sesi, bengisular gibiydi.
Bana, dedi, bir isim ver, varlığım olsun.
Durdu, aklından yeni bir şey geçti. Bana, dedi, sen isim ver, varlığım senin olsun.
Bana öyle bir isim ver ki senin adının yanında dursun.
Seni anan beni de ansın. Seni hatırlayan beni hatırlamadan olmasın.
Bir "ile" koy aramıza bizi birbirimize bağlasın.
Sesi bulutlarda göklerde,alnı aylarda güneşlerdeydi.
Adem baktı ona. Göğsü olan güzelliğiyle açılırken başkaydı. ama sözleri ruha işlerken anladı ki bambaşkaydı. Hiç düşünmedi ki Adem. Aralarında çoktan kurulmuş bir isim bağı. Kolay söylenir bir adın hatırası. Kelimelerin gününden bu yana aklından çıkmayan ismi bir çırpıda fısıldadı. Fısıldadığı isim hitap makamında yansırken, Havva da pembe dudaklarının arasından Havva diye Havva diye tekrarladı.
Adem'in ismini Yaratıcı vermişti. Havva'yı Adem adlandırdı.Havva'nın adı adına ruhu ruhuna, varlığı varlığına katıldı.
Bedeni? Zaten kaburgası kadar Adem'e yakındı.
Cennetin elmas taçlı güneşleri bahçeleri doldurdukça. Adem, suya, ışığa ve parıltıya, renge,kokuya ve buğuya bu denli yakışanın kim olduğunu fark etti. Havva. İsmini tekrar etti.
Ama aynı anda o kadar aydınlık ve o kadar kapalıydı ki bir isme sığmazdı bu güzellik. Belli ki onu tanımak için bir isim yetmeyecekti. Elinden gelse Adem bildiği bütün isimleri Havva'ya verecekti.
Bildiği isimlerin hepsini Havva'ya veremedi ama her defasında ona bambaşka bir isimle seslendi. Bambaşka bir vasıfla vasfetti. Havva'ydı bu, hazineydi. - Bu kurşun bulutlar ancak aşkın rüzgarıyla bir yana sıyrılabilir. İnanç trajediyi sükunetle yok ederken; aşk kasırgasıyla kırar. Çünkü aşk da din gibi, sanat gibi zaman ve mekan kaydını aşarak sonsuzu tecrübe ettirir. Zamanı yoktur, cenneti bu dünyada hissettirir. ''Araftaki aydın '' aşka bu nedenle dört elle sarılır. Kendisine kalan iç dünyaya ait bir gönül gözünü aşka çevirir. Cehenneme yuvarlanmamak için tutunmak ister narin bir kadın eline,
- Çalınır kapı. Ardına kadar açılır kapı. Girer içeri sessizce yolcu. Geçiyordur. Uğramıştır. Kalır.