- "Müzeyyen," dedim, içimden, "niye yaptın bunu? Ne gereği vardı? Niye?" "İki kere iki dört." "Niye?" "Güneş batıdan batar." "Niye?" "Sen gerzek misin?" "Niye ulan, niye?" Alnımızda "Her nevi yanık tedavi edilir" mi yazıyordu? Nöbetçi eczane mi açmıştık? Kaporta mı tamir ediyorduk? Niye?
- ''geçmiş zaman taşıyıcıları '' kitapta geçen bir tanımlama ve çok sevdim. Siz de öyle olabilirsiniz. Ya da çok yakınınızdaki biri.
- Yüzleşilmemiş şeylerin hatırlatıcılarını yok etmek neye yarar ki?.
- ''Ulan cik cik, mazin ne senin ?''
- Yabancıydılar. Yadırgadım. O an, kendim bildiğim kişiyi başka biri sandım. Sanmak ne kelime, inandım. *** "O his ile bir soruya vardı: 'Eğer kendisi sandığı kişi başka bir ise, bunca sene kendisi bildiği kişi kimdir?'"
- Gittiler. Geriye gecenin kendisi kaldı. Geceyi severim Gece de beni sever. Ya da gecenin beni sevdiğine inanmak hoşuma gidiyor. İnsan sarıldığı, sarındığı bir şeyin kendisini itmesinden hoşlanmaz.
- Bir gece Evdeyim. Kedi kıvrılmış uyuyor. Geçenlerde ona çizmeli kedi filmi izletmeyi denedim. İlgilenmedi.
- "Niye kapı ağzında oturuyorsun?" "Kapı ağızlarını severim. Her an kaçıp gidebilmek ihtimalini diri tutar." dedim. Gülerek söyledim. Bazı şeyler gülerek söylendiğinde sorgulamadan geçiştirebileceğimiz tabii bir şey oluyor.
- şimdi devrik ve devirsizdik.
- Kapışmanın ve karşılaşmanın, yüz yüze gelmenin, ters yüz etmenin, her neyse, her konunun kendine göre bir kum saati, vadesi vardı.