- "Gazi, Dikmen sırtlarında dinleniyor. 12 Şubat 1921."
Gözlerimin hizasına asılmış fotoğrafın altında böyle yazıyordu: Gazi dinleniyor...
Ama dinlenmiyordu. Atatürk'ün yüzlerce fotoğrafını görmüştüm. Bu fotoğrafta, dinlenen bir adam yoktu. Böyle bir adam görmüyordum.
Ben bu fotoğrafta, bizden bıktığı için gözlerini kapatan birini görüyordum. Hepimizden, her şeyden bıktığı için bize bakmaktan vazgeçmiş birini görüyordum. Kurtarmak istediği insanların gerçekte bir sahtekarlar sürüsü olduğunu, onca çabasının hiçbir şeye değmeyeceğini düşünen bir adam görüyordum.
Her şeyi bırakmak, her şeyden vazgeçmek, her şeyi siktir etmek isteyen bir adam. Hatta belki de hayatında ilk kez ölmeyi düşünen bir adam. Ölüp yok olmayı, kara karışmayı. Ölerek donmayı ya da donarak ölmeyi bekleyen bir adam görüyordum. Fark etmez, diye düşünen bir adam. Hiç fark etmez.
Tek bir insan sesi daha duymak istemeyen, tek bir insan yüzüne daha katlanacak gücü olmayan bir adam. Bu yüzden kapalıydı gözleri. Üşüdüğünden değil, duymamak için örtmüştü kulaklarını.
Evet, kesinlikle böyle olmalıydı. Gözlerimi ve kulaklarımı kapadım, diyordu. Artık istediğiniz kadar ihanet edebilirsiniz. - "Sana bir sır vereyim: yüksek lisansla mastır arasındaki farkın ne olduğunu bilmiyorum. Belki de aralarında bir fark yoktur. Yani eğitim sistemini üniversiteye kadar biliyorum. Sonra nereye başvuruluyor, onu bile bilmiyorum."
"Ben ALES diye bir şey biliyorum. Onun için de pembe kağıtlardaki yuvarlakları kurşun kalemle doldurduklarını biliyorum, ama o kadar. Bir de galiba imzalarını tükenmez kalemle atıyorlar." - Türkçedeki kelimelerin ilk anlamlarının pek de geçerli olmadığı bir yüzyılda piçler, babaları bilinmeyenler değil, babalarına ihanet edenlerdir. Babalarına ve annelerine. Piçlerin ebeveynleri dünyadan doğal ölümlerle ayrılmazlar. Katillerinin adı üzüntüdür. Kimse öz çocuğunun ihanetlerinden canlı kurtulamaz. Kurtulsa bile içi doldurulmuş bir av hayvanından farksız yaşar. Ve piçler her ne kadar birçok geceyi ailelerinin leşlerinin hayaletleriyle geçirseler de, sabah hissettikleri tek acı bademciklerindeki sigara yanığıdır. Onun tedavisi için gerekenlerse diş macunu ve üç ayda bir değiştirilen diş fırçasıdır.
- Piçlerin değerleri, sahip oldukları ancak kullanmadıkları fırsatlarla yeteneklerin niteliğine ve niceliğine göre belirlenir. İnsanın hayatında boşa harcadıklarının sayısı ve kalitesi çoğaldıkça piçliğin saflığı da artar.
- Tabancanın topunda sarı sarı tebessüm eden kurşunları görebiliyordum. Zaten sarıyı hep ölüme yakıştırmışımdır. Öldüren ishalin, sıtma sıcağının, Azrail'in dişlerinin sarısı...
- Cehennem, geleceği hayalin ve geçmişi hatırlamanın olmadığı, şimdiden saklanacak hiçbir kuytunun kalmadığı yerdir. Tek zamanlı bir hayat. Acıyı unutturacak hiçbir şeye izin verilmeyen bir yer. Hepsi de burada ve şimdide. Kaçacak bir yer yok. Kimse hatırlamıyor, kimse hayal kurmuyor.
- Delilik hayat geçirmiyor.
- Erkek, kadından nefret etse de peşinden koşan, yakaladığı yerde de yumruklayan bir doğa kazasıdır.
- Erkek, kadından nefret etse de peşinden koşan, yakaladığı yerde de yumruklayan bir doğa kazasıdır.
- İnsanların birbirlerine aşıkken gündelik hayatlarına devam etmelerini anlayamıyordum. Böylesi bir hareket bana ihanet gibi geliyordu. Kötü sahnelenmiş bir piyes gibi. Sanki bir insana değil de, bir koltuğa aşık olunuyormuş gibi! Ben gece gündüz hissettiklerimi, kızı, birlikte neler yapabileceğimizi, ona neler anlatabileceğimi düşünürdüm. Düşünmediğim zamanlarda da bunları gerçekleştiriyor olurdum. Belki de obsesif kişiliğimden kaynaklanan bir tavırdı. Tabii korkup kaçan onlarca kız oldu böyle davrandığım için. O kadar kolay hayatımı onlarla doldurabiliyordum ki menüdeki tatlıdan çok, tek başına ve sürekli yenilen bir ana yemek gibi oluyorlardı. Soruyorlardı bazen. 'Benimle değilken ne yapıyorsun?' İlk önceleri utanıyordum 'hiçbir şey' demeye. Sonra açıkça söylemeye başladım. 'Ben hiçbir şey yapmıyorum. Bazen sen farkına varmadan evini gözetliyorum. Seni takip ediyorum. Buluşma yerimize sabahtan gelip dokuz saat bankta oturarak seni bekliyorum...' gibi itiraflarda bulunmaya başladım. Gözlerindeki o dehşeti hala anımsayabiliyorum. İçlerini büyük bir korku kaplardı itiraflarımı duymaya başlayınca. Karşılarında tanıdıkları sandıkları adamların, sokakta yanlarından geçen herhangi biri kadar deli olma ihtimalinin farkına varırlardı. Aşkın, sevginin, ilişkinin ya da adı her neyse kontrolden çıkması genellikle buğulu gözlerle söylenen 'görüşmesek daha iyi olur...' sözleriyle noktalanırdı. Aşık oldukları halde okullarına, işlerine giden, sanki hiçbir şey değişmemiş gibi davranan insanlardan hep iğrenmişimdir. Midemi bulandırır vasat sevgililer. Tabi aslında onları da anlamak gerek! Ait oldukları burjuva sınıfının bir gereği olarak kontrolsüz hareketin en büyük düşmanı olmaya mecbur bırakılmışlardır. Kontrolsüzlük, anormallik, farklılık, bütün bunlar korkutucu gelir burjuvaya. Hatta Leon Bloy'un yazdığı gibi: 'Burjuva ilk gelen olmaktan utanç duyar! Bir davete ilk gelen olmak kadar çirkin bir şey yoktur.'
İlk gelmek anormal olan her şeyi yapmakla eşdeğerdir. Ne ilk, ne son! Ortalarda bir yerlerdedir vasat sevgililer de. Dengeli hayatlarını, kimya formülü gibi çözdükleri dostları, sevgili, aile, iş denklemini her sabah yataklarından kalkarken kafalarında yeniden kurarlar. Sağlıklı hayatın sırrı sağlam kahvaltı değil, sağlam bir günlük programdır. Karıştırılmamalı hiçbir şey! Hepsinin yeri ayrı.
Denge, insanoğlunun icat ettiği en vahşi kavramdır. İp cambazının kendini en iyi hissettiği an, kendini ağa bıraktığı andır oysa. Sırat köprüsünden beslenmeye kadar denge her yerdedir. Dünyanın en sağlam alarm sistemi. Bütün denge(siz)lere karşı. En ufak hareket, yanlışa duyarlı... Oysa hayatlarının belli dönemlerinin her saniyesini aşka verebilenlerse gerçekten yaşarlar. Sadece sevgilileri ve kendileri. Başka hiçbir şeyle ilgilenmezler. Yüzde yüz aşk! Dengesizlik, gerçek duygusunun ve gerçeğin tek kapısıdır.