- Kaybetmeye başlayınca daha büyük oynayan kumarbazlar da böyledir. Bu konu ilginizi çektiyse Dosto Reis'in Kumarbaz'ını okuyabilirsiniz, her şeyi de ben anlatamam size malesef, o kadar vaktim yok. S. 115
- Önce bir özgür olalım da, ondan sonra o özgürlükle ne yapacağımızı düşünürüz. S. 117
- Önce bir özgür olalım da, ondan sonra o özgürlükle ne yapacağımızı düşünürüz demiştik. Belki de hiçbir şey yapamazdık. O hissin kendisi yeterdi bize. Özgürlüğü hep insanın canının istediğini yapması zannediyoruz, oysa özgürlük her şeyden evvel bir histir. Eylemden önce o his gelir. İnsana bir şey yaptıran yahut yaptırmayan şey o histir. S. 117
- Bilgisayarın başında, elim çenemde, hala hangi ümitle beklediğime kendim de şaşırak bekliyordum öyle, belki mutluluk yüklenir diye. Yüklenmiyordu. Bağlantı hızımız çok düşük ve kotamız kederle doluydu. S. 119
- Az önce sorduğu soruların cevabını merak ediyordu. Onu neden sevmediğimi. Ama böyle şeyleri konuşmak o kadar zordur ki. Böyle şeyleri susmak bile zordur. Hemen anlaşılır neyi sustuğu insanın, en usta yalancı bile bir şey yapamaz o noktada. Sadece salakça gülümseyebilir ve o haliyle kahreder karşısındakini, tabii kendini de kahreder bu arada. Her şey yıkılır böylece iki insan arasında, tuzla buz olur, ayağı kırık at olur, daha da düzelmez, ne geçmişe özlem kalır, ne gelecekten bir beklenti, ne de şimdi de yaşanabilir bir an, hiçbir şey kalmaz. Hangi sivri zekalı zamanı üçe ayırmış ki zaten? Her şey o şimdide olup bitti çoktan, yaşananlar bitti, yaşanamayacaklar bitti, her şey yaşanamayıp bitti o şimdide. Çok mu karamsar? Çok mu umutsuz? Allah kahretsin! Annem burada bana, onu neden sevmediğimi soruyor. Bunun nesi karamsar, bunun nesi umutsuz, bu benim hayatım, bu senin hayatın, bu herkesin hayatında bir gün köşeye sıkışacağı o yer, o ilk büyük pişmanlık, o asla telafi edilemeyecek hata, kapanmayacak yara, ayağa kalkamayan at, boğulan balık, hepsini tek tek mi anlatayım, hukuk kitaplarındaki gibi sonuna örnek davaları mı ekleyeyim, hani nerede kaldı anlayış, hani nerede kaldı anlayışın dostum. S. 130 - 131
- Yatak odasına gidip gardırop aynasından annemi seyretmeye başladım. Antidepresanlarını alıp derin uykuya dalmıştı. Eteğini ceketini yere atıp öyle uzanmıştı yatağa, üstünü bile örtmemişti. Bacaklarında o tip konular ilgimi çekmediği için adını unuttuğum şeyden yoktu, göğüsleri sarkmamıştı, kalçaları hala sıkı sayılırdı, kalçasının hemen altında minik bir ben vardı, siyah, görende öpme isteği uyandıran sevimli bir ben, aynı benden sol ayak bileğinde de vardı, sutyen kopçasının teninde bıraktığı kızarıklığa göz attım biraz, yatağın yanına diz çöktüm sonra, küçük bir yüzü vardı annemin, sevimli bir yüz, kendisini olduğundan daha genç gösteren bir yüz. Size annemi böyle anlatıyorsam tahrik olun diye değil, sikerim bak tahrik olan olduysa, başka bir şey anlatmaya çalışıyorum ben burada. Güzel bir kadındı annem, çağımızın güzellik kriterlerine göre yani, çekici bir kadındı hala, onu anlatmaya çalışıyorum, ama çok mutsuzdu, mutlu olsa daha güzel olurdu. Mutlu olunca kim biraz daha güzelleşmez ki? S. 132 - 133
- Onu düşünmeden tek günüm geçmemişti, tek saatim geçmemişti. O da biliyordu bunu. Herkes biliyordu. Martılar bile biliyordu. Sabahın köründe çığlık atıyorlardı bu yüzden, hiç kimse onlara fikirlerini sormamışken üstelik, biz de biliyorz demek için, sırf piçliğine. S. 154
- Eski kız arkadaşım beni öyle görmediğini söylemişti. Takılmıştı kafama bu soru bir kere, tatmin edici bir cevap da alamamıştım. Ben de, "Acaba beni nasıl görüyordu?" diye düşünmeye başladım. App Store'dan ücretsiz ayna application'ı yükleyip öyle görülmeyen adam nasıl görünüyor acaba diye baktım yüzüme, şarjım bitene kadar baktım. Hiç kimsenin beni tanımadığı bir yere gidip iki bira içme ihtiyacı hissetim sonra. S. 156
- İnsan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ümitleri tükenince yıkılır. O zaman hayat son zerresine kadar kocaman bir can sıkıntısına dönüşür. S. 160
- "Biz neyin askeriydik Mikrop?" "Uykusuz gecenin askerleriyiz reis." S. 161