- ?Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?? ?Hangisini?? ?Otomatik yanan, sensörlü lamba.? ?Hayır.? ?Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.? Önüme baktım. ?Neden kırdın?? Cevap yok. ?Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle?? ?Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?? ?Lamba senden değerli mi evladım, lambanın amına koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim. Lambanızı sikeyim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.? ?Beni görünce yanmıyordu baba.? ?Nasıl ya?? ?Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.? ?E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.? ?Hadi ya! Sahiden mi?? ?Evet. Ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.? Babama sarıldım yıllar sonra.
- Kız kardeşimle ben, seninle aynı saftayız bebeğim. bizler sabırsızlık yorgunlarıyız. bizler aranmayı beklerken aranmayanlarız. güzel bir gecenin ardından, ertesi gün aranmayan bütün kadınlar da bizim safımızdadır. S. 62
- "Naber Erol?" "Ne olsun? Senden?" "Bana bir yetmişlik bira çeksene." "Bomonti vereyim mi? Ondan da getirdik artık." "Sakın ha!" dedim. "Malt biraydı falan öyle dalgalara gelemem. Kalori hesaplarınız yerin dibine batsın. Gerçek bir biracı gibi, bana mısın demeden, arka arkaya fıçı bira içmek istiyorum ben." "Hayret bir şey," diye ekleyip çıktım mutfaktan. "Niye kızıyorsun ki şimdi," diye seslendi. "Bütün bunlar İngilizlikten Erol," dedim. "İngiliz dayatması bu malt bira. Alman ekolüne geri dönmeliyiz." S. 71
- (...) akşam havasını çektim içime, sanki böyle bir şeyler yanmış da hoş bir koku bırakmış gibiydi arkasında, derin bir nefes aldım. Şeytan diyordu ki vefasızın birine aşık ol o tatlı havada, ondan sonra da kollarını göğsünde kavuşturup hayatını bombok edişini gülümseyerek seyret bir kenardan. S. 74
- Şu an adını bile anmak istemediğim Sikim Bey, oteli yapacak olan Sokum İnşaat'ın sahibiydi, bizim bölge vekili Götüm Bey'in de damadıydı. İşte böyle yarrak kulik bir ülkede yaşıyorduk, ondan sonra da diyorlardı ki Çağlar İyice çok ayıp, öyle konuşma lütfen ülkemiz hakkında, imajımız sarsılıyor, olimpiyat vermiyorlar. S. 76
- Mikrop'la göz göze geldik sonra, hafiften kederli gülümsedik birbirimize. Biralarımızı tokuşturduk. Düzenli aralıklarla kıyıya vuran dalgaların hışırtısını dinledik biraz. Yumruğumu sıktım. Derin bir iç çektim. "Hiç o moda girme reis." dedi Mikrop. S. 79
- Eski kız arkadaşım Matrix?teki Trinity?ye benziyordu. Trinity?deki sert halleri biraz yumuşatın, kadınsı halleri biraz çocuksu yapın, saçları düz ve siyah değil de kahverengiye yakın ve biraz da kıvırcık olsun, gözleri mavi değil de siyah olsun, bir de hiç eline tabanca alacak bir tip gibi durmasın, işte tam öyle biri. Tamam, pek Trinitiy?ye benzemiyor son kertede ama başlangıç noktası olarak Trinity?yi almakta fayda var. S. 80
- Gerçeğe; ekmekten, sudan ve GTA'dan daha fazla ihtiyacımız olduğu günlerde yaşıyoruz. S. 89
- Keşke belirsiz bir zaman diliminde geçen sikindirik bir masalda olsaydık da o zaman, bundan da elbet alınması gereken bir ders vardır deyip kapatabilseydik konuyu. S. 103
- "Hadiseyi derinlemesine düşünelim istersen biraz. Bu Karl Marks yok mu?" "O kim?" "Ya bu ota boka muhalefet edip dayak yemek için düzenli olarak bir araya gelen 50-60 kişilik insan toplulukları yok mu?" "Ayla Teyzeler mi?" "Hayır. Daha radikal düşün." "Merkez Terzi Orhan." S. 108