- Yanlış bir hayat doğru yaşanmaz.
- Herkesin bildiği ama konuşulmaması gereken şeyler vardır.
- Kısacık bir an, iki insanın birbirini anlaması için illa ki konuşmanın gerekmediğini anladılar.
- Bazı olaylar böyledir, şaka gibi başlar giderek karabasana döner.
- Anaokulundayken herkesin bardağının üstünde kendi ismi yazılıydı. Akşamüstüleri bu bardaklarda, ebeveynlerimiz gelip bizi almadan, duble sulu paşa çaylarımızı içine pötibör bisküvileri batıra batıra büyük bir keyifle içerdik. Tadı bir şeye benzemezdi ama yine de güzel geliyordu. Artık o günün bittiğini, o işkence yuvasından kurtulacağımızı hatırlattığı için güzel geliyordu herhalde. Yasemin batırdığı bisküvi parçası çayın içine düşünce ağlamaya başlamıştı. Öğretmen kızların aklı bir karış havadaydı, başka bir yere bakıyorlardı. Gerçek bir centilmen gibi yerimden kalkıp yanına gitmiştim, çay kaşığımla çıkarmıştım bisküvi ölüsünü. O da akşam annesiyle giderken dönmüş, el sallamıştı bana. Bizimkiler henüz gelip almamışlardı beni, ölmeden önce de bekletmesini çok severlerdi. Ertesi gün Yasemin'e evlenme teklifi ettim, bu kadar flört dönemini yeterli görmüştüm, işin ciddiyetinin sarsılmasını istemiyordum ve şu gerçeği çok iyi idrak etmiştim ki kaç yaşında olursa olsun her kızın hayalidir evlenmek. İşte o zaman Yasemin, düşünmek için biraz süre istemişti. O anda başka şeyler de söylemiş olabilir ama unuttum. Sonuçta sevilen her kadın güzel bir şarkıdır, bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi aklında kalır.
- İnsan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ümitleri tükenince yıkılır. O zaman hayat son zerresine kadar kocaman bir can sıkıntısına dönüşür. Sanki son vapuru kaçırmışsın da bir adada mahsur kalmışsın, güneş ağır ağır batarken sonraki vapurun hiç gelmeyeceğini söylemişler sana, bunun can sıkıcı bir şaka olmadığını, gerçek olduğunu söylemişler. Buydu vaziyetim. Beni o kış bir kişi terk edip gitmişti ama sanki iki yüz elli kişi terk edip gitmiş gibi hissetmiştim.
- Ayrıca Mikrop'la ikimizi gözüne kestirip kıllanması da çok doğaldı: Hani bazen sokakta, önlerinde arkalarında park etmiş araçlar gidince, iki arabanın neden öyle dip dibe durduklarını anlayamazsınız ya, anlasanız bile saçma gelir, arabalardan birini biraz öne ya da arkaya çekesiniz gelir. İşte Mikrop Cengiz'le ben de öyleydik, bomboş bir sokakta tampon tampona park etmiş iki araba gibiydik.
- Telefonu tedirgin olduğu için açmamıştı diyelim ama mesajıma soğukkanlılıkla "Hayır" yazabilirdi. Cevap vermediğine göre onun gözünde benim gibi biri yoktu. Eğer onun gözünde yoksam ne kadar yokum diye düşünmeye başladım. Bunun derecesini tayin etmeye çalıştım. Bütünüyle mi yoktum acaba, yoksa kısmi bir yokluk muydu benimki? Dünyada iki kişi kalsak mesela, arar mıydı?
- Boşlukta değilim. Boşluğun kendisiyim. Sonradan oluşmadı bu, böyle şeyler sonradan oluşmaz. Kendimi bildim bileli vardı o boşluk. Zamanla büyüdü ve beni kendine benzetti. Huzurlu bir adam olmak istiyordum oysa. Sakin ve güçlü bir adam. Kendi kendine yeten bir adam. Tek istediğim buydu.
- Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle bir küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.