- Napoleon Bonaparte, istediği vakit ve istediği kadar uyku uyurmuş. Neşet Sabit'e göre insan bu iradesini ahlak ve maneviyat sahasında da pekala tatbik edebilir. Düşüncelerini, duygularını istediği istikamete çevirmekte aynı derecede muhtar olmalıdır. Ve bir kötü fikri ya da bir gönül azabını zonklayan bir çürük diş gibi söküp atmalıdır.
- Neşet Sabit için bu kadın, bir manzara değil, bir atmosferdir. Kendine mahsus bir tatlılığı, bir kokusu, bir aydınlığı olan atmosferdir ve Neşet Sabit ancak bunun içinde mesut olmaktadır. Kendini, ancak, bunun içinde, rahat, ferah ve dinç hissetmektedir.
- -Onunla kendi aranda nereden bir nesil farkı çıkarıyorsun? -Gayet basit. Bir defa Yıldız Hanım, benim içinde büyüdüğüm, tahsilimi yaptığım, gözümü açıp kendimi bildiğim devirlere ait hiçbir şey hatırlamıyor. Ne fese, ne kafese ne peçeye dair bir fikri var. Ne eski harfleri biliyor. Altının, gümüşün bir mübadele vasıtası olduğu devrin hikayeleri ise, ona, birer tarih öncesi masalları gibi geliyor. Padişahlı, halifeli bir memleket nasıl olur, diye sorsan, Harun Reşit zamanında Bağdat gibi değil mi, diyor. Zaman iki insanı birbirinden daha ne türlü ayırabilir? -Bu, olsa olsa bir kültür ayrılığıdır. -Hayır, bir ruh, bir seciye, bir zihniyet, bir yaş farkı... Ne dersen de, onu, bizim nesle mal edemezsin. -Sen, şimdi, bizim neslimizi bunlardan daha geri mi buluyorsun? -Heyhat, bu yeni nesilde bizim neslimizin derinliği yok. Çünkü o, artık derini aramıyor. Aldığı istikamet ve her gün biraz daha artan hızı buna manidir. Biz, birtakım şakuli (düşey) insanlardık. Halbuki, bunlar ufkidirler (yatay). Kuşlar gibi ufkidirler. Bunlara artık yürüyor denemez. Uçuyorlar. Kanatla hiç derine gidilir mi? Kanat, daima yükseğe ve uzağa götüren uzuvdur. Yükseğe, uzağa... Bak, şimdi, Yıldız Hanım çoktan stadyuma vardı bile. Şu dakikada egzersizlerini yapıyor ve burada geçirdiği iki üç saati hiç aklından geçirmiyor. Halbuki, biz, şu anda, karşı karşıya geçmişiz, onun felsefesini yapmakla meşgulüz.
- Hiçbir ilaç, hiçbir kür, yaratıcı bir inkılap heyecanı içinde yaşayan bir memleketin havası kadar insana sıhhat ve şifa veremez.
- Anadolu halkının bir ruhu vardı, nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin. Ne ektin ki, ne biçeceksin? Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir, senin kendi eserindir.
- Fakat, Seniha sadece güzel ve süslüydü.
- Edebiyat ve sanat dünyasında yalnız dahiler vardır. Ondan ötesi,bir alay zavallı taklitçi, bir alay zavallı maskaradır.
- Bunun nedeni, Türk aydını, gene sensin! Bu viran ülke ve yoksul insan kitlesi için ne yaptın? Yıllarca, yüzyıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun.
- Yok
- Ateşin temizlemediği pislik yoktur.