- "...Şüphesiz, içimizde yeni bir hayat hamlesiyle çatlayan şey yeni bir şekle vücut verir, yani yeni bir kabuk bağlar. Fakat, bu safhada artık inkılaptan bahsedilemez. Burada, artık, muayyen bir çeşit hayatın kalıplanışı vardır. (...) Bu gördüğünüz şeyler, bu balo, bu otel, sizin Yenişehir evleriniz, bunlar hep birer hayat kalıbıdır ama bizim inkılabımızın ateşinde dökülmüş kalıplar değil. Bizim ruhumuzdaki yeni hayat prensibinin, yeni hayat özünün tomurcuğu da çatlamadı. Çatlamış olsaydı, memleketteki hayat şartlarının yalnız küçük bir ekalliyet lehine değil bütün millet için değişmiş olması lazım gelirdi."
- Milliyetçi Türk Garpçısı için Garpçılığın en karakteristik vasfı Garplılığa Türk üslubunu, Türk damgasını vurmaktır. Şapka bize hakim değil, biz şapkaya hakim olmalıydık. Garplılaşma, muayyen bir hayat prensibidir. Bu prensip, ancak, milli isteğin, milli kültürün ve nihayet milli ahlakın hizmetçisi, emirberi olmak şartıyladır ki, yaratıcı ve kurucu rolünü ifa edebilirdi. Garplılık namına Garbın "vice"lerini almakta, yarın öbür gün Garp medeniyetinin yıkılıp çökmesine sebep olacak unsurları bu taze, arı vatan topraklarına taşımakta ve aşılamakta ne mana vardı? Biz Garp namına Garpta hüküm süren çürümüş bir sınıfın istihlak ve istihsal (tüketim ve üretim) şartlarını kendimize tatbike uğraşmaktayız. Tıpkı tehlikeli bir ilacı kendi kanına aşılayan bir ilim fedaisi gibi.
- ...Heyhat, burada, artık, zaman donmuş, taş kesilmiştir. Mısır'ın mumya sandukaları, Roma'nın Katakomp dehlizleri ve Orta Çağ'ın zindanları gibi donmuş, taş kesilmiştir. Ve onu, artık, muayyen bir zaman ölçüsüyle ölçmenin imkanı kalmamıştır.
- ...Bu kadar ivicaçlı (eğri büğrü, engebeli) bir cemiyet içinde doğru yolu nasıl bulmalı? Bu mevlüde gidenler mi haklıdır, o salonda dans edenler mi? Doğrusu, Neşet Sabit, kendisini ne onlardan ne bunlardan addedebiliyordu. Onun milli idealine göre vücut bulması lazım gelen yeni Türk cemiyetinin üslubu ne bu kerpiç duvarlar arasında bir örümcek gibi yaşayanlardan ne de iğreti bir dekor içinde kurulmuş kuklalar gibi zıplayanlardan örnek alabilirdi.
- O akşam, bir nevi buluğa eriş buhranını andıran bir tedirginlik içinde yattı.
- -Hep söylüyorsunuz, fakat bir şey yapmıyorsunuz. -Bir şey yapmak? Bunu kolay mı sanıyorsunuz? Gerçi bu son beş altı yıl içinde imkansız gibi görünen nice zor işlerin oluverdiğini gördük.Lakin, bir de bunları yapanlara, bir de bunları yapana sorunuz. Ne akla, hesaba sığmaz ne insanlıktan üstün gayretlerin mahsulüdür bunlar, bunların her biri... Ve düşünmeli ki, işin o safhasında, hayatın mantığı bizimle beraberdi. Şimdi ise bize karşıdır. Hiç değilse görünüşte bize karşıdır. İnsan ruhunun bulanık kesimlerinden gelen küçük ihtiraslar, meyiller, iştahlar bu işte hep bizim düşmanlarımızdır. Gündelik hayat ise, bu ihtiraslardan, bu meyillerden, bu iştihalardan meydana gelir. Bunlar, hayatın en tabii unsurlarıdır. Bundan başka, bir de devrin, içinde bulunduğumuz devrin kanuniyetleri var. Garp medeniyeti, Garp muaşereti diyoruz. Lakin, Garpta da işte, bu, bizim beğenmediğimiz şeyler yapılıyor. Ankara'ya kim bilir hangi iş için gelmiş şu Alman mühendisinin bizim beylerden ne farkı var? Şu elçinin tavırları, hareketleri, sizin kocanızın tavır ve hareketlerinin aynı değil midir? Orada da, hep bu havalardan, bu danslardan başka ne var? Şimdi, iyi kötü bir cereyana kapılmış bütün bu insanların önüne çıkıp da "Efendiler, Garp bu demek değildir. Garpçılığı bir eğlence tarzı telakki etmeyiniz. Garpçılık her şeyden evvel bir yapma, yaratma, kurma, iletme ve işletme gücüdür. Bütün bu yaptığınız şeyler hep ondan sonra gelir," diye bağıracak olsanız alemin keyfini kaçırmaktan ve bir ukala gibi görünmekten başka bir işe yaramazsınız.
- "Çalışmak, çalışmak. Bir şeye yaramak, bir şeye yarar ve lazım olduğunu hissetmek... İşte yaşamanın yegane manası..." Çalışmak. Fakat, nerede? Nasıl? Şimdiki hayat, hiç buna göre organize değildir.
- ...Kadının hürriyeti demek, hiçbir hususta erkeğine muhtaç olmaması, ondan bir şey beklememesi, ona tabi bulunmaması idi. Selma Hanım, her şeyden evvel, bu tufeyli vaziyetinden, bu lüks eşya halinden kurtulmak istiyordu.
- ...Selma Hanım, aynaya baktığı zaman kendi yaşına varmış başka kadınların duyduğu korkunun henüz ne olduğunu bilmiyordu. Çünkü seviyordu. Çünkü, gençlik denilen şeyin bir sevme kabiliyetinden, bir sevme kudretinden başka şey olmadığını anlıyordu. Bu da elden gitse bile yine korkusu yoktu. Zira, ona göre, hayatta sevmenin ve sevilmenin bin türlü şekli vardı. Ona göre, sevgi öncesizdi, sevgi sonrasızdı.
- ...Melankoli, iç sıkıntısı, tamah, hırs, kıskançlık, iptila gibi şeylerin tahakkümünden kurtulmak bizim daima elimizde olan bir kudrettir. Fakat, biz, "kendi ruhumuz üstünde hakim olmak kudreti"ni daima aksine kullanmış, hatta, bazen, bütün bu dertleri kendi başımıza kendi ellerimizle açmışızdır. Otoanalizm denilen bu marazi tahlil itiyadı bu dertleri çok defa hiç yoktan yarattığı gibi, bazı da bize ölümü bir kurtuluş çaresi gibi arattıracak derecede hiç düşünmemiştir ki, kendi kendine şevk ve ferah vermek gücü de elinde olan bir şeydir.