- Genç adam,ne cevap vereceğini bilemedi;o da Seniha'yı hala sevmekte olduğunu bugün ve bu saatte anlamıştı.Kalbimiz ne kadar beklenmeyen şeylerle doludur;kendi heyecanlarımız önünde ekseriya kendimiz hayrete düşeriz,.Deruhi varlığımız hudutsuz ve karanlıktır.Bu hudutsuz karanlıkta yol alabilmek için ya çok cesaretli, ya çok tecrübeli ve bir ilhana mazhar olmuş kadar ermiş bulunmak lazım gelir.
- Eski müverrihlerin hayatında zuhur edecek büyük hadiselerin gökte ve yerde bir takım alametlerle belirdiğini söylerler.Eğer bu doğru ise,Naim Efendi de yeni başlayan devrin eşiğindeki korkunç hayaletlerden biridir.Hiç şüphesiz arkamızda bıraktığımız mazinin son feryadı ve önümüzde hissettiğimiz uçurumun ilk ürpertisi Naim Efendi'dir.
- O kadar necabet ve salabetle başlayan o büyük Tanzimat cereyanı,döne dolaşa,nihayet İstanbul'un ortasına Seniha gibi bir kadınla,Faik Bey gibi bir erkek örneği bırakıp geçmişti.Türk dehasının yaptığı bu son medeniyet tecrübesi de gelmiş ve gelecek nesillere acı bir imtihan olmaktan başka bir şeye yaramamıştı.
- Bu ev, bazı günler, ona bir mezar gibi görünüyordu. Nefesi darlaşıyor ve sokağa fırlamak, koşmak, haykırmak istiyordu. Ta on dört yaşından beri kalbinde bilmediği yerlerin, görmediği şeylerin, tanımadığı kimselerin hasreti vardı. Fransızca, "Nereye kaçmalı?" sözü dilinde daimi nakarattı.
- ''Artık, bu benim hikâyem olmaktan çıkmıştır. Burada, kendime ait olan kısımları bile ben, artık bir başkasının macerası gibi anlatıyorum. Farzediniz ki, ben, Ahmet Celâl denilen bir subayın, bir malûl gazinin hortlağıyım ve her gece el ayak çekildikten sonra onun boş kalan yatağına girip olanı biteni hikâye ediyorum.''
- ?Bunun sebebi, Türk münevveri genç, sensin! Bu viran ülke ve bu yoksul insan kütlesi için ne yaptın? Yıllarca onun kanını emdikten ve onu bir posa halinde katı toprak üstüne attıktan sonra, şimdi de gelip ondan tiksinmek hakkını kendinde buluyorsun. Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi, elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne biçeceksin?.. Bu ısırganları, bu kuru dikenleri mi? Tabii ayaklarına batacak. İşte her yanın şerha şerha kanıyor ve sen, acıdan yüzünü buruşturuyorsun. Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir.?
- Sevmek, daima sevmek! Karşımızdakinden hiçbir şey beklemeksizin, daima kendimizden vermek, esef etmemek, pişman olmamak, sevmek, daima sevmek!
- ...Bir gece yarısı, bir çölde yolunu şaşırıp kalmış adama, uzaktan görünen bir ışığın değeri nedir?Hasta döşeğinde müthiş sancılarla kıvrandığımız anda elimizi sıkan elin değeri nedir?Haksız yere darağacına giden bir masum indinde, son saate yetişen adalet hükmünün değeri nedir?Çarmıhta İsa'nın ayağı dibinde ağlayan Magdalanalı Meryem'in gözyaşının değeri nedir..?
- Şiirdeki "aşk"la hayattaki "aşk" ne kadar birbirine benzemiyormuş.
- Meğer roman yazmak ne güç bir işmiş! İşte elimde kalem önümde defter, saatlerden beri evirip çeviriyorum, iki cümleyi bir araya getiremiyorum. Ben ki, bütün ömrü roman okumakla geçmiş bir kadınım.