- "Benim gördüğümü sen de görmüş olsan inanırdın. Hiç ümitsizliğe düşmezdin. Ben, ilk sedyelerin hastaneye nasıl geldiklerini gördüm. Hiçbirinde ne bir pişmanlık, ne bir azap, ne de bir korku emaresi vardı. Hepsinin yüzünde okunan şey, yalnız azim, yalnız metanetti. "Hanım abla şu yarayı sar da dönüvereyim." Bu ses kulağımdan hiç gitmiyor."
- "Çalışmak, çalışmak. Bir şeye yaramak, bir şeye yaradığını hissetmek, işte, yaşamanın yegane manası"
- "Ben, inkılabı hiçbir zaman, hayatın dış şekillerini değiştirmek manasına almadım. Hele, bir konfor ihtiyacı, bir konfora eriş cehti manasına hiç alamıyorum."
- Milliyetçi Türk Garpçısı için Garpçılığın en karakteristik vasfı Garplılığa Türk üslubunu, Türk damgasını vurmaktır.
- Garp medeniyetinin yıkılıp çökmesine sebep olacak unsurları bu taze, arı vatan topraklarına taşımakta ve aşılamakta ne mana vardı? Biz Garp namına Garpta hüküm süren çürümüş bir sınıfın istihlak ve istihsal (tüketim ve üretim) şartlarını kendimize tatbike uğraşmaktayız. Tıpkı tehlikeli bir ilacı kendi kanına aşılayan bir ilim fedaisi gibi.
- Neşet Sabit: "Bunlar, hep, inkılabın yanlış anlaşılmasından çıkan neticeler... İnkılabı, kocanız kendine göre, Murat Bey kendine göre, Şeyh Emin kendine göre anlıyor, hani, bazı dinler vardır ki, müfessir ve müçtehitlerinin çokluğu yüzünden mana ve mahiyetini değiştirir; işte, bizim inkılabımızın başına da böyle bir şey gelmektedir ve bizim ıstırabımızın sebebini burada aramak lazımdır."
- Yeni Ankara, o eski Ankara'nın bir mütekamil şekli olmak lazım gelmez miydi? O milli ateşin hararetinden bu buzdan şehir maketi nasıl çıkmıştı?
- Melankoli, iç sıkıntısı, tamah, hırs, kıskançlık, iptila gibi şeylerin tahakkümünden kurtulmak bizim daima elimizde olan bir kudrettir. Fakat, biz, "kendi ruhumuz üstünde hakim olmak kudreti"ni daima aksine kullanmış, hatta, bazen, bütün bu dertleri kendi başımıza kendi elimizle açmışızdır.
- Ölümü düşünürüz, günün birinde öleceğimizi biliriz. Fakat, bu, bize yine muhal görünür. Muhal değilse bile, vakti, zamanı tayin edilmeyecek kadar uzak ve bulanık bir akıbet farzedilir. Aşkta da unutmak, vazgeçmek, ayrılmak fikri böyledir. Bu kadar acıklı bir surette muhakkak ve bu kadar zaaf ile imkansızdır. Lakin bir gün gelir, eskiden yoluna can vermeye hazır olduğumuz sevgilinin solmuş yüzüne, çil basmış ellerine bakarken "O bu muydu? Bunun için mi yıllarca yanıp tutuştum?" deriz. Hayatımızın en hazin anı budur. Çünkü, bu halet, biraz da bizim ihtiyarlığımızın işaretidir. Gönüllerdeki o soğuk ürperiş, kışın, bize ilk üfleyişlerindendir. Gözümüzün önünden bir hayal perdesi daha kalkmıştır.
- Feleğin nice ıstırabı beni çocukluğumun bu huyundan kurtaramadı. Bana yeni bir oyuncak aldıkları vakit, günün herhangi bir saatinde, ya dersimi okurken veya yolda yürürken oyuncak hatırıma geldi mi, içim sonsuz ve aydınlık bir ferah denizinin dalgasıyla dolup boşalırdı. Bütün anlamıyla yüreğim ağzıma gelirdi.