- Geceleri sabahlara kadar okumayayım da ne yapayım? Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. O vakit, bu çıplak ve yalçın oda, gerçek dünyadan daha geniş, daha ferahlı bir âlemin munis, sevimli ve her biri sihir ve füsunla yoğrulmuş mahlûkları ile dolmağa başlar...
- İşte Mustafa Kemal, tribünlerin birinden, bu çöl parçası üstünde kaynaşan halka hitap ediyordu ve Selma Hanım, basına ayrılmış iskemlelerin birinden onu dinliyordu. Ve onun sonsuz bir gençlikle taravetli profiline bakıyordu. Bu profil'in en belli, en göze çarpan hususiyetleri, alında, gözyuvasında ve çenede toplanmıştı. Bu alın, çok geniş olmamakla beraber, eski Yunan heykeltıraşlarına bir genç Tanrı kafası örneği olacak derecede düzgün, ahenkli ve yontulmuş idi. Göz oyukları çukur değildi, fakat, bakışlarının derinden, çok derinden gelen bir hali vardı. Ve bütün yüzün enerjisi çenede toplanmış gibiydi. Bu kuvvetli, bu sert çene, kendi gücünden emin bir yumruk gibi hafifçe öne doğru uzanıyordu. Ve aynı ses... Selma Hanım'ın bundan on iki on üç yıl evvel, bir kere, Eskişehir İstasyonu'nda işittiği sıcak ve tesirli ses...
- O acı günden sonra Ahmet Kerim'in hatırında, kulaklarında ve kalbinde kalan ses bu adamın hıçkırıkları olmuştur.Hayatta hiçbir şey olgun bir erkeğin ağlaması kadar, yürek parçalayıcı değildir.
İletişim Yayınları 16.Baskı Sayfa 77 - Beni kimler anlar? Kimler derdime deva bulur? Beni bu illetten , beni bu gurbetten kim kurtarabilir? Hangi kardeş? Hangi hemşire? Hangi can yoldaşı?Hey , ana toprak , ne kadar merhametsiz , ne kadar katısın? Benim ıstırabıma ne kadar yabancısın ? Ben senin üvey evladın mıyım ? Yoksa sen mi benim üvey anamsın? Eğer ben senin üvey evladın isem bu kolu kimin yoluna feda ettim? Niçin şu anda , bu genç yaşımda bir derenin kenarında bir insan viranesiyim?
-Syf 118- - Anadolu halkının bir ruhu vardı ; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı ; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı ; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı! İşletemedin. Onu , hayvani duyguların , cehaletin yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın.O , katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti.Şimdi , elinde orak , buraya hasada gelmişsin.Ne ektin ki , ne biçeceksin? Bu ısırganları bu kuru dikenleri mi ? Tabi ayaklarına batacak. İşte, her yanın yarılmış bir halde kanıyor ve sen , acıdan yüzünü buruşturuyorsun.Öfkeden yumruklarını sıkıyorsun. Sana ıstırap veren bu şey, senin kendi eserindir , senin kendi eserindir.
-syf 150- - ...Bu koku Despina'nın etine bir Bizanslı prenses tadı vermişti.Bilmem neden?Bizans denilince,Ahmet Kerim'in burnuna günlük, öd ağacı, tarçın,karanfil gibi keskin baharat kokularıyla dolu bir hava gelirdi.Ahmet Kerim yarı Asyalı, yarı Yunanlı, yarı putperest, bu melez ve çökmüş medeniyetin şehvet ve sefahatle dolu hâtıralarını herhangi bir tarih kitabından çok böyle bir havada canlandırırdı.Bu hava ise, her yerden çok Ortodoks kilisesinde saklıdır.Burada uzun saçlı papazlardan tutun da, duvardaki azizlerin resimlerine veya hiçbir tasvir bulunmayan herhangi bir dini eşyaya kadar her şey size koyu, ağdalı ve yürek bayıltıcı bir maddenin karışık tadını verir.Bu madde bir Bizans unsurudur.
İletişim Yayınları 16.Baskı Sayfa 90 - yalnızlık dinmeyen bir sızıdır.
eğer, bazı kimseler, bunu benliğin bir çeşit kurtuluşu gibi göstermek istemişlerse yanılmışlardır. bir sürü hayvanı olan insan, sürüsünden ayrı düşünce zavallı, müstarip, avare bir yaratık oluyor. bunu, sürüye dönmekten başka avutacak bir şey yoktur. - biliyordum ki toprak katı ve tabiat zalimdir ve insan cinsi bozuk bir havandan başka bir şey değildir; biliyordum ki, insan hayvanların en kötüsü, en bayağısı ve en az sevimli olanıdır. evet bilhassa en az sevimli olandır.
- bu yaratıkların sadelikleri, samimiyetleri, içgüdülerindeki doğruluk ve isabet, bütün kusurlarını unutturuyor. insan içgüdüsü bozuktur. onun için doğruyu eğriden, çirkini güzelden, faydalıyı faydasızdan ayırmasını bilmez ve akıl denilen bir cehennem aletinin hükmü altında gülünç, kaba, sersem ve patavatsız kıvranır durur. gene onun için, hareketleri aksaktır, sesi ahenksizdir, neşesi yavan ve iğretidir.
- "Sen delisin, mutlaka delisin!" diyordu ve saçlarını okşayarak, "bu kafanın içine bin türlü acayip fikirler, bin türlü divanelikler tıkıyorsun, tıkıyorsun; adeta beyninden bir hazımsızlığa uğruyorsun. Bütün varlığın bulanıyor, sinirlerin alt üst oluyor ve nihayet tahammül edemeyip böyle boşanıveriyorsun."