-Hep söylüyorsunuz, fakat bir şey yapmıyorsunuz. -Bir şey yapmak? Bunu kolay mı sanıyorsunuz? Gerçi bu son beş altı yıl içinde imkansız gibi görünen nice zor işlerin oluverdiğini gördük.Lakin, bir de bunları yapanlara, bir de bunları yapana sorunuz. Ne akla, hesaba sığmaz ne insanlıktan üstün gayretlerin mahsulüdür bunlar, bunların her biri... Ve düşünmeli ki, işin o safhasında, hayatın mantığı bizimle beraberdi. Şimdi ise bize karşıdır. Hiç değilse görünüşte bize karşıdır. İnsan ruhunun bulanık kesimlerinden gelen küçük ihtiraslar, meyiller, iştahlar bu işte hep bizim düşmanlarımızdır. Gündelik hayat ise, bu ihtiraslardan, bu meyillerden, bu iştihalardan meydana gelir. Bunlar, hayatın en tabii unsurlarıdır. Bundan başka, bir de devrin, içinde bulunduğumuz devrin kanuniyetleri var. Garp medeniyeti, Garp muaşereti diyoruz. Lakin, Garpta da işte, bu, bizim beğenmediğimiz şeyler yapılıyor. Ankara'ya kim bilir hangi iş için gelmiş şu Alman mühendisinin bizim beylerden ne farkı var? Şu elçinin tavırları, hareketleri, sizin kocanızın tavır ve hareketlerinin aynı değil midir? Orada da, hep bu havalardan, bu danslardan başka ne var? Şimdi, iyi kötü bir cereyana kapılmış bütün bu insanların önüne çıkıp da Efendiler, Garp bu demek değildir. Garpçılığı bir eğlence tarzı telakki etmeyiniz. Garpçılık her şeyden evvel bir yapma, yaratma, kurma, iletme ve işletme gücüdür. Bütün bu yaptığınız şeyler hep ondan sonra gelir, diye bağıracak olsanız alemin keyfini kaçırmaktan ve bir ukala gibi görünmekten başka bir işe yaramazsınız.
Diğer Yakup Kadri Karaosmanoğlu Sözleri ve Alıntıları
- Mustafa Kemal isminde bir büyük adam, bir büyük kumandan, İstanbul'dan çıktı, Anadolu'ya geçti.Erzurum'da Sivas'ta milleti başına topladı."Hükümet, devlet görevini yapmıyor.Biz kendi kendimizi koruyacağız." dedi.Şimdi, onun adamları taraf taraf Yunanlılarla, Fransızlarla döğüşüyor.Hepsi öyle kahraman kişiler ki...
- "Aşk vardır ki tutkununu insan üstünlüğüne kadar yükseltir! Aşk vardır ki esirini şuursuzluğun ve hayvanlığın son basamaklarına kadar indirir."
- Anadolu halkının bir ruhu vardı; nüfuz edemedin. Bir kafası vardı; aydınlatamadın. Bir vücudu vardı; besleyemedin. Üstünde yaşadığı bir toprak vardı; işletemedin. Onu, hayvani duyguların, cehaletin, yoksulluğun ve kıtlığın elinde bıraktın. O, katı toprakla kuru göğün arasında bir yabani ot gibi bitti. Şimdi elinde orak, buraya hasada gelmişsin! Ne ektin ki, ne biçeceksin.
- Daha otuz beşimize basmadan her şeyin bittiğini, işin tamam olduğunu; aşkın, arzunun, ümit ve ihtirasın artık bir daha uyanmamak üzere sönüp gittiğini kendi kendimize itiraf etmek; kendi kendimize, bütün mutluluk ve başarı kapılarının kapandığını söylemek ve gelip, burada bir ağaç gibi yavaş yavaş kurumağa mahkûm olmak. Böyle mi olacaktı? Böyle mi sanmıştım? Lakin, işte böyle oldu ve böyle olması lazımdı.
- Yazıklar olsun, seni sevmesini bilmeyenlere; ey, gamlı ülke!.. Seni sevip, senin sessiz dramın içinde gömülüp gitmekten korku çekenlere!.. Taşın, toprağın ne bitmez bir sabır ve mukavemet hazinesidir! İnsan, senin göğsünde ya destani bir kahramanlığa erer ya da en ilahi mizaçlı velilerin feragat ve mahviyet* derecesine varır.
(* alçak gönüllülük) - Bütün bir ömrün boş yere akıp gittiğini öğrenmek, bütün bir gençliğin boş emeller, boş hayaller, sakat işler peşinde heder olduğunu görmek; gider ayak, birdenbire gerçeklerin en iğrenci, en korkuncu ile karşı karşıya gelmek... İşte, kabir azabından önce Ahmet Celâl bu ateşlerden geçti. Bu zebanilerle düşüp kalktı. Ona aslı bunun için acıyınız.
- Eğer, bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat, benimdir. Kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyacak arkadaş; senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşamak zevkinden yoksun bir avuç kazazede halinde bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde, ruhları, her yanından örülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır.
- Nice zamandan beri bu kadar rahatlık ve sükün hissettiğimi bilmiyorum. Meğer, bir cadı kazanı gibi kaynayan kafamın biricik ihtiyacı böyle bir dize yaslanmaktan ibaretmiş. Kaç yıldır, evet kaç yıldır, annemin dizleri toprağın altında çürümeye başladığından beri hiç bunun kadar yumuşak bir yastık bulamamıştım.
- Anadolu, şatafatın, gösterişin, reklam ve palavraların hiç geçmediği bir diyardır.
- Bu memleketin asıl sahibi, dağ başında gördüğüm o oduncu çocuktur ve yalnız o, bu taşlar, bu topraklarla konuşmasını biliyor; bu toprakların, bu taşların sırrı, yalnız ona açılıyor.